Tüm analistler ABD seçimlerini Biden’ın kazanmasıyla transatlantik cephede çok büyük değişiklikler yaşanmayacağına işaret ediyor ama buna rağmen politikacılardan “yeni bir dönem” çağrıları gelmeye devam ediyor.

Hiç gerçekçi karşılığı olmayan bu çağrılar muhtemelen, diplomatik nezaketin egemen olduğu Trump öncesi döneme geri dönüş beklentisinden kaynaklanıyor.

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile Fransız mevkidaşı Jean-Yves Le Drian’ın Alman ve Fransız gazetelerinde yayınlanan ortak imzalı makaleleri de bu beklentiyi yansıtıyor. Avrupa Birliği’nin (AB) iki lider ülkesinin bakanları makalelerinde “yeni bir başlangıç” özlemine işaret ediyor ve “Biden’la daha büyük bir transatlantik birliktelik mümkün olacak“ diyorlar. Bunun için hem AB’nin, hem de NATO’nun güçlenmesi gerektiğini vurgulayan iki bakan, bunun neredeyse olanaksız olduğunu da kabul ediyor.

AB’nin güçlenmesi için önce alınacak kararlarda eşit oy hakkı olan üye ülkelerin en azından stratejik konularda birlikte hareket etmesi gerekli. Ancak bu hiç de kolay değil. AB’nin koronavirüs salgınının neden olduğu krizle mücadele için büyük pazarlıklar sonucu kabul ettiği 750 milyar avroluk ekonomik yardım paketinin Polonya ve Macaristan’ın vetosu nedeniyle tıkanması, bunun yeni kanıtı.

Dahası da var. Dışişleri bakanları “yeni bir başlangıç” çağrısı yaparken Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile Almanya Savunma Bakanı Karren-Karrenbauer arasında bir tartışma yaşanıyor.

Alman Bakan, ABD seçimlerinden kısa süre önce bir internet portalında (Politico) yayınlanan makalesinde Avrupa’nın güvenliği için Amerika’dan vazgeçemeyeceğini savunmuş ve “Otonom bir Avrupa stratejisi hayallerine son verilmeli” çağrısında bulunmuştu.

ABD Savunma Bakanı’nın hafta başındaki Paris ziyareti öncesinde Le Grand Continent’e açıklamalarda bulunan Macron ise buna sert bir biçimde karşı çıktı. Alman Bakan’ın yaklaşımını “tarihin yanlış yorumlanması” olarak değerlendiren Macron, “ABD ancak, biz kendimizi ciddiye aldığımız ve kendi savunmamızı kendimiz üstlendiğimiz zaman bizi müttefik olarak kabul eder” dedi. Avrupa’nın “stratejik otonomi hedefi”ni kararlılıkla sürdürmesi gerektiğini her fırsatta savunan Macron, Almanya Başbakanı Merkel’in de bu konuda, kendi Savunma Bakanı’yla aynı görüşte olmadığını ileri sürerek, bu durumu bir “şans” olarak yorumladı.

Merkel henüz bu tartışmaya henüz dahil değil, ancak Savunma Bakanı’nın önceki gün Alman harp okulu (Bundeswehr Üniversitesi) öğrencilerine yaptığı konuşma, bu konudaki anlaşmazlığın süreceğini gösteriyor. Karren-Karrenbauer, genç subaylar ve subay adaylarına yönelik konuşmasında Almanya ve Avrupalı ortaklarının ABD’den bağımsız bir “stratejik otonomi” arayışlarını yanlış bulduğunu, bunu hayal olarak gördüğünü vurguladı.

Almanya ve Avrupa’nın ABD’ye uzun yıllar ihtiyaç duyacağını belirten Savunma Bakanı’nın konuşmasında Avrupa ile ABD arasında “yeni bir başlangıç” çağrısı da vardı. Ancak bu çağrıyla Trump öncesi dönemdeki “ABD liderliğindeki transatlantik dönem”i kastettiği anlaşılıyordu.

Aynı zamanda iktidardaki partilerden Hıristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) -bir kaç ay sonraya ertelenen kurultaya kadar da olsa- genel başkanlığını yürüten Karren-Karrenbauer’in günlük basında yer alan açıklamaları şöyle:

“Şu anda NATO’nun olanaklarının yüzde 75’ini ABD sağlıyor. Balistik savunma kapasitesinin ise neredeyse yüzde 100’ünü. Ayrıca Avrupa’da şu anda yaklaşık 76 bin Amerikan askeri görev yapıyor. Avrupa’nın bütün bunları üstlenebilecek hale gelebilmesi için, onlarca yıla ihtiyaç var. Avrupa’nın güvenlik, istikrar ve refahı NATO ve ABD’den bağımsız olarak sağlanamaz. ABD’ye bağımlı kalacağız. Ayrıca Amerikalıların şu ana kadar üstlendiği alanlarda daha fazla var olmalıyız. Bu katlanmamız gereken bir paradoks.”

Almanya ve Fransa, savunma konusunda uzun süredir birlikte hareket ediyordu. Hatta 10 yıl önce tugay düzeyinde bir ortak askeri birlik kurarak bu alanda somut adımlar atmışlardı. Almanya Savunma Bakanı’nın son çıkışı, gelecekteki “Avrupa ortak ordusu”nun çekirdeği olarak görülen bu birliğin daha çok uzun bir süre “sembol” olarak kalacağını gösteriyor.

★★★

Avrupa’nın iki büyük gücü, Beyaz Saray’da 20 Ocak’ta yapılacak görev değişimine, işte bu tartışmalar eşliğinde hazırlanıyor.

20 Ocak tabii ki “yeni bir başlangıç” olacak.

Yaşanan çıkar çatışmalarının aynen devam edeceği, sadece tartışmaların diplomatik üslupla süreceği yeni bir başlangıç.

Biden başkanlığı üstlendikten sonra ilk iş ABD’nin Paris İklim Anlaşması’dan ve Dünya Sağlık Örgütü üyeliğinden çıkış kararlarını iptal edeceğini açıklamıştı. Ayrıca İran’la nükleer anlaşmaya geri dönmesi de bekleniyor. Bu adımlar kuşkusuz Avrupalı ortakları rahatlatacak.

Ancak Biden’ın özünde, Çin, Rusya ve NATO konusunda selefi Trump’la aynı pozisyonda olduğu biliniyor.

Trump gibi doğrudan “Amerika first” demiyor ama seçim kampanyasındaki “Make it in Amerika” ve “Buy Amerikan” sloganları, özünde ondan farklı olmayacağını gösteriyor.

Bu politikanın Avrupa’daki “stratejik otonomi” özlemiyle uyuşması mümkün değil.

Dolayısıyla bunun bir hayal olarak değerlendirmesi çok doğru.

Alman ve Fransız dışişleri bakanları ortak makalelerinde bir de özledikleri “yeni dönem”de Avrupa ve ABD’nin dünyamızın geleceğinde barış, istikrar, demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları alanlarında “garanti” olabileceğini savunuyorlar.

Olamayacaklarını biliyoruz.