Bağımsız tiyatro, izleyicisini yarattı

YAĞMUR BOZACI

Ocak 2015’te hayatımıza giren ve o günden bu yana Kadıköy’de çok sayıda oyuna ev sahipliği yapan Kadıköy Theatron, birçok yurtdışı oyununu da İstanbullu izleyiciyle buluşturmayı başardı. Bağımsız sahnenin kurucularından Behiç Cem Kola ile bir araya geldik ve İstanbul’da özel tiyatro olmanın hallerini konuştuk.

>> Kadıköy Theatron’u bize biraz tanıtabilir misiniz?

Biz dramaturjide 3.sınıf ya da son sınıf olduğumuz dönemlerde bir grup tiyatrocu arkadaşımızla kendi kendimize çalışıp tiyatro yapabileceğimiz bir yer arıyorduk aslında, konuşabileceğimiz, yazdığımız metinleri elden geçireceğimiz 50-100 metrekare arası bir yer ararken karşımıza burası çıktı. Böyle yerin altında ama çok merkezi bir yerde. Biz de tamam dedik buraya girelim madem, böyle bir yer çıktı karşımıza, elimizden geldiği kadar bir tiyatro mekanına çeviririz. İlk 2-3 senesi zaten düşe kalka geçti. Sonradan böyle tam teşekkürlü hale geldi ve oradan devam ettik aslında.

>> Araştırma yaptığımda yabancı tiyatrocuların da gelip Theatron’da tiyatro yaptığını gördüm. Bu durum nasıl gelişti?

Zaten ekipteki birçok insan yurtdışındaki tiyatrolarla bağlantılı haldeydi. Aslında burada çoğumuzun tiyatro ekibi yok gibi bir şey. Bir grup enstitüyle çalışıyordu, bir grup Alexandra Kazazou ile çalışıyordu. Böyle farklı farklı tiyatrolarda çalışmış insanlar vardı, o insanlar tekrar Türkiye’ye geldiklerinde ya da bir işi buraya getirmek istediklerinde bizimle iletişime geçtiler. Onlarla bir şekilde çalışmaya başladık öyle.

>> Sanatın birçok dalında çeşitli zorluklar yaşanırken tiyatronun gördüğü yoğun ilgiyi neyle açıklayabilirsiniz?

Öncelikle tiyatro yoğun bir ilgiyle karşılaşmıyor. Tiyatroya giden çok belli bir kesim var. Aynı seyirci ekibi, aynı seyirci grubu var. Aslında birden fazla böyle grup var. Bir grup yalnızca Zorlu gibi, DasDas gibi büyük tiyatroları gezen, bir tık farklı bir tiyatro anlayışı olan insanlar, diğer grup ise bizim gibi tiyatroları gezen bir zümre. Bu zümre 30-40 oyun götürebilir senin oyununu. 30-40 oyundan fazla oynamaya başlayan oyunlar, biraz dışarıya ulaşmaya başlamış oluyorlar.

>> Buna rağmen tiyatro da birçok zorlukla başa çıkmak durumunda kalıyor. Bir özel tiyatro olarak sizin yaşadığınız zorluklar neler?

Ekonomik problemler var aslında. Yani devletin seni tanıması, sana bazı konularda destek olması, en azından köstek olmaması gerekiyor. Bunlar da en başta vergi meseleleri, stopaj meseleleri, malzeme taşıtma meseleleri, oyun haklarının belli firmaların tekelinde olması gibi meseleler aslında ilk problemler bizim için. Onun dışında zaten İstanbul’da tiyatro mekanı olarak yapılmış çok fazla mekan yok. Dolayısıyla o mekana girdiğin zaman yanmaz kumaşlar, yangın çıkışları, yangın dedektörleri falan hepsiyle uğraşman gerekiyor. Bunlar böyle ilk etapta zorluk çıkartan şeyler. Bunlara rağmen tiyatro yapmak o kadar zor mu? Değil. Bir şekilde kalanı halloluyor.

>> Sanatın kamusal yanı sizce ne kadar önemli? Yani DT ve ŞT’nin varlığı ne kadar önemli?

Şöyle bıçak sırtı bir konu bu; milyon kere tartışıldı. Çok büyük oyuncularla tartıştım ben bu konuyu. Aslında DT ve ŞT problemli bir sistem içinde. Yani DT ve ŞT kapatılsın diyorsun, sonra aldığın cevap şu oluyor: halka onların daha yakın olduğu, daha ucuza bilet sattıkları falan filan. İyi de DT ve ŞT kapatılsın, sistem kökünden iptal edilsin değil bu. Sadece buraların bir düzenlemeye ihtiyacı var ve ilk adım buraların kapatılması. Yani bütün bu oyuncu sistemlerini, yönetmen sistemleri, oyun çıkarma süreçleri, bunun bir memuriyetle berber işletiliyor olması… bu sistemin kapatılması gerekiyor, dünyanın her yerinde bir sürü örneği var, başka türlü daha iyi işleyen sistemler. Bunlardan birine dönülmesi gerekiyor. Yani şuanda Türkiye’deki bütün bu siyasi, ekonomik durum içinde bu değişikliğin bize bir anda katkısı olur mu? Burası yine problemli. Diyelim ki sistem değişti, özel tiyatrolar devlet tiyatrolarının yerlerini kullanmaya başladı, yine de bunun bana direkt olarak etkisi olmayabilir. Ama sistemi en azından bir yerlerden değiştirmek gerekiyor.

>> ŞT ve DT’de tiyatro bugün hala tiyatro takip edilebilecek fiyatlarda. Siz bu fiyatlarla nasıl mücadele ediyorsunuz?

Mücadele etmesi çok zor bir şey. Bazı tiyatrolar devlet tiyatrolarının ulaşamayacağı, onlarla çalışmayacak oyuncuları, onların oynatmayacağı metinleri getirerek aslında bunun bir yolunu açıyor. Bu durum 5 sene önce şu kadardı: DT 4-5 liraydı, özel tiyatro 15-25’ti. Muazzam bir fark değil aslında. Şuan DT 10-15 olsun, özel tiyatro 100-150. Müthiş bir fark var arasında. Bu nasıl oldu, bu fark nasıl bu kadar büyüdü bilmiyorum. Demek ki özel tiyatrolar bir şekilde seyirci bulmaya devam etti ve kendi seyircilerini yarattılar. Ve bu seyirciler bu durumdan memnunlar. Bir şekilde bilet almaya devam ediyorlar ki ayakta kalıyoruz. Ama bir yandan da bu durumdan kimsenin hoşnut olduğunu sanmıyorum.

>> Peki özel tiyatrolara devlet desteği ne kadar önemli?

Yine bıçak sırtı bir konu. Devlet her sene özel tiyatrolara destek açıklaması yapıyor. Fakat ben şahsen bütün özel tiyatroları tanıdığımı düşünüyorum. Kadıköy’de, İstanbul’da hepsiyle belli kooperatiflerin, belli oluşumların içerisindeyiz. Ben oradan yardım alan tiyatroların yüzde 80’ini tanımıyorum. Onlar bu işi bizden çok daha iyi yapan tiyatrolar. Yani belgeler, formlar, başvurular, nasıl yapılıyorsa o iş… Biz 5 senedir burayı işletiyoruz, 5 senedir başvurularda bulunuyoruz, 5 senedir en ufak bir destek çıkmadı bize oradan. Ve hepimiz okul mezunuyuz, bu işi profesyonel olarak yapıyoruz, şirketimi var, vergimizi veriyoruz. Her şeyi kendimiz hallediyoruz, tüm belgeleri doğru topluyoruz ama biz asla o yardımı alamıyoruz. Bu demek değil ki o yardımı alan insanlar garip yerlerde tiyatrolar yapan insanlar, çok iyi oturmuş tiyatrolar bu sistemi oturtmuşlar ve her sene oradan destek alıyorlar. Ama o destek bizim alabildiğimiz bir destek değil. Baktığımız zaman bizi ve bizim gibi tiyatro yapan ekipleri o listelerde görmüyoruz aslında.

>> Tiyatro sahnelerinin artışı, koltuk sayısındaki artış, tiyatronun gelişimi için asıl faktörlerden midir? Mevcut tiyatro anlayışımızı nasıl ilerletmek mümkündür?

Bu biraz çağdaş tiyatroyla alakalı bir durum. Modern tiyatroyla, post-modern metinlerle alakalı bir durum. Hitap ettiğimiz seyirci sayısında değişiklik var. Biz bir oyun yapıyoruz Stupid Fucking Bird diye, oyun içinde seyirciyle belli diyaloglara giriyoruz, seyirciden bazen bizimle şarkı söylemesini istiyoruz. Ben bunu 600 kişiyle yapamam. Ben bunu 100-150 kişiyle yaparım. Diğer türlüsünü zaten arzulamıyorum. Yani gidip 1000 kişilik bir tiyatro sahnesinde yapmayı düşünmüyorum. Oldu diyelim, Kadıköy’de açık havada böyle bir oyun yapılacak; ona göre her şeyi değiştirmem gerekiyor aslında. Yapılan tiyatro genelde daha seyirciyi görmek isteyen, onlarla konuşmak isteyen bir tiyatro. Türkiye’ye özgü de değil bu durum, tiyatronun böyle değişen bir hali var. Yurtdışında dersen; iki tarz tiyatro var aslında. Daha büyük sahneler için yapılan işler var, bir de bizim yaptığımız tiyatroya daha benzer olan işler var. Bizde bu biraz karışıyor. Biz tek kişilik intin bir oyunu 80-100 kişiye yapıp oyun tutunca aynı oyunu, hiçbir şey değiştirmeden 1000 kişilik sahnelerde oynamaya başlıyoruz. E oyun orada çalışmıyor. Oyun orada çalışmayınca sanki özel tiyatrolar bir şeyi başaramıyormuş hissiyatı oluyor. Bu da çok garip bir şey benim için.

>> Basında tiyatro eleştirisiyle, tanıtımıyla ne kadar yer alıyor? Yorumunuz nedir?

Sağolun yeni bir oyun olduğunda, yeni bir mekan olduğunda konuşuyoruz tabii. Bu PR işi tiyatronun aslında iyi yapılması gereken bir kanalı. Ben bunu yapamıyorum mesela. Çünkü ne böyle bir eğitimim var ne çevremdeki insanların böyle bir eğitimi var. Ben Kadıköy Theatron olarak oyun yapıyorum, Mekan var, Kast var, Bam var bizimle beraber oyun yapan. Hiçbirimizin çok bir fikri yok bu konu hakkında. Biz bir şeyler yapıyoruz, birileri bize ulaşıyor ve bir şekilde bunları yapıyoruz. Ama bunların daha iyi organize edilmesi gerekiyor. Dediğim gibi 15 senedir tiyatro yapıyorum; 10 senedir İstanbul’da tiyatro yapıyorum ve bunları hala oturtamamış olduğumu düşünüyorum aslında. Bunlar da bu işin bir parçası ve iyi yapılması gerekiyor.

>> Türkiye’deki tiyatro seyircisinin profili nasıl? Sizin seyirci profiliniz nasıl?

Eskisi gibi çok homojen bir izleyici kitlesi yok. İzleyiciler şöyle ya da böyle diyebileceğim bir durum da yok. Şöyle bir şey var: özel tiyatrolara destek olalım, alternatif mekanlara destek olalım devri kapandı. Oyunlar iyiyse devam eder, iyi değilse artık o destek çağrısı çok itici bir şeye dönüştü. Dolayısıyla iyi işler yapıp birbirimize bu şekilde destek olmak gerekiyor. Seyirci de bunun kıymetini biliyor ya da bilecektir.

>> Sizce bir tiyatro izleyicisiyle bir sinema izleyicisi ya da bir roman okuru arasındaki farklar nedir?

Bizim şimdi yaptığımız oyunda da böyle bir laf var. Gerçekten tiyatroyu canının çekmesiyle sinemayı canının çekmesi farklı şeyler. Tiyatro biraz gitmemiz gerektiğini düşündüğümüz için gittiğimiz bir yer. Ben sanatla ilgilenen birisi olarak gitmem gerekiyor. Ama Joker vizyona girdiğinde öyle değil. Kanım kaynıyor Joker’i izlemek için. Seans arıyorum, arkadaş arıyorum, şu gün gidelim akşama gidelim falan filan. Tiyatro böyle çalışmıyor eğer içinde çok sevdiğin bir dizinin çok sevdiğin bir oyuncusu yoksa. Bunun herhangi bir kusuru yok fakat o dizi ünlüsüyle karşılaşma hazzıyla tiyatroyla karşılaşma hazzı bambaşka şeyler. Mutlaka bazı oyunlar için oluyordur. Örneğin ben Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’i defalarca gelip izleyen, her gösterimini izlemek isteyen seyircilerle tanıştım. Keza kendi oyunumuz, Yoruyorsunuz Bizi….Aferin Size! diye bir oyunumuz vardı, onda da mesela bir grup seyirci vardı, çok da gençler… Genelde oyunculuk okuyorlar ya da mezunlar. Dört-beş oyun boyunca görünce biraz konuştuk, çok keyif alıyorlar. Bir yerden sonra dedim gelin, izleyin, sonrasında hep beraber konuşalım. Öyle bir etkinliğe dönüşmesi muazzam bir şey, böyle bir etkinliğe dönüşüyor olması. Ama evet, yeni çıkan bir romanı canımın çekmesiyle tiyatroya gitmek gerekliliği sanki aynı şey değiller.

10'DAN FAZLA PRÖMİYER

>> Bu seneki repertuarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Stupid F***ing Bird diye bir oyunumuz var, çok seviyoruz. Martı uyarlaması. 2 Kasım’da prömiyer yapacak. Hemen akabinde Bursa, İzmir turneleri var. Her hafta burada, yeni mekanımızda oynayacak. Hemen arkasından Tiyatro Kast, Parrhesia diye bir oyun yaptı, oynamaya başladı. Mekan, Dansöz diye bir oyun yaptı, o oynamaya başladı. Bunların hepsi bizim kendi tiyatromuzun oyunu olacaklar. İlyas Odman, Yolluk diye bir oyun yaptı. O da bizim mekanımızın oyunu, burada ağırlıyoruz. Onun dışında Bir Yıldız Batıyor ve Kadercan var, yine bizim tiyatromuzun oyunları, alt grupların oyunları, beraber oynuyoruz. Yılan Balığı Kahvaltısı, Orkun Yeşim’in tiyatrosunun yaptığı bir yeni oyun, o da 18’inde prömiyer yapacak. Artık Sığınağın Kalmadı, Tiyatro Kast’ın, o da ayda birer tane oynamaya devam edecek bizde. Altın Elma kasımda prömiyer yapacak, Hilal Polat yönetiyor. Bir de bizim 3 senedir çalıştığımız bir metin var, adına ‘Gerçek Doğu’ diyoruz. Çünkü Sam Shepard’ın Vahşi Batı’sının tersi bir iş. Kasım sonu-aralık başı da o prömiyer yapacak. Sezona 11-12 prömiyerle giriyoruz. Biraz da planlı bir şeydi, yeni mekana geçeceğiz, böyle bir hareketlilik olacak.