Bağış Erten çarşamba günkü güzel yazısını: “Eğer bizim bir futbol kültürümüz olsaydı” diye, serzenişte bulunarak bitirmişti.

Maalesef bizim bir kültürümüz var.

Çünkü kültür bir olaya ve duruma karşı ‘tavır’ alma şeklidir. Her büyük toplumların ve yöresel grupların hatta klanların yaşamdan edindikleri ve tarihsel süreç içerisinde gelen davranış şekillerinin tamamı bir kültürün ifadesidir.

Burada tartışmamız gereken kültürün içeriğidir. Yani onu oluşturan kodlarının kaynağıdır.

Futbol gibi küresel bir oyunun, tüm kodları da küresel değerleri içerir. Önemli olan; anonim değerleri bu kodlara entegre etmektir. Bu küresel kültürün tüm yaptırım değerleri etik değerlerdir ve evrenseldir.

Peki, bizim kültür değerlerimizin içeriği nedir? Asıl tartışılması gereken budur.

Öncelikle yöresel bir kültüre sahibiz, diğer yandan da yaptırım değerlerinin tamamı da kendimize ait ahlaki kriterler üzerine kurgulanmıştır.

İşte bizim tıkandığımız nokta burasıdır.

Çünkü bizim futbol kültürümüz rant, şiddet, kaos, menajer, yalan, iftira, işbirliği, siyasi ilişkiler üzerine kurgulanmıştır. Haliyle bu konu başlıklarının tamamı bize ait davranış şekillerine sahiptir. Tavır alma şekillerinin tamamı yöreseldir.

Söyleyebilir misiniz hangi başkan, yönetici, antrenör, yerli futbolcu, futbol direktörü(!), federasyon başkanı küresel bir davranış kültürüne sahiptir?

Hepsi bizim modellerimiz ve hepsi tespihli abilerimiz!

Tabi davranış şekillerinin yaptırımını da bize ait ahlaki değerler belirlemektedir de… Hangi ahlak?

İşte tartışmamız gereken bunlar…

Yoksa “Bizim niye futbol kültürümüz yok” dersek, biraz işi savsaklamış oluruz.

Mesela, ahlak yozlaşmasına kulüplerin içinde bulundukları borç batağından başlayabiliriz. Şimdi finansal-Fairplay içinde evrensel kural ve etik değerler taşımaktadır. Ama bizde ise esamesi bile okunmuyor. Bırakın finansal fair-play’i, centilmenliğin kelime anlamını bile unuttuk, hatta hatırlamayı bile reddediyoruz.

Hani “yazıktır”, “günahtır”, “ayıptır” diyen, yönetici veya başkan gördünüz mü?

En azından, bir kulübü borç batağına saplayan kişi federasyon başkanı yapılmamalıydı. Bu mesele etik bir değer olmanın yanında, öncelikle bizim için ahlaki bir değerimiz olması lazımdı ama yok öyle bir şey…

İşte bunların hepsi bizim futbol kültürümüzü oluşturmaktadır.

TV’lerde ve medyada tüm yorumların çoğunun hakemlerle ilgili olması, futbolcular ve antrenörlerin üzerinden kişiselleştirilen analizler, başkanların manipülasyonları ve medyanın buna çanak tutarak pazarlaması ve hep sıcak tutması, yöresel kültürün birer parçasıdır.

Oynanan futbolun analizi, sistematik kurgunun analizi ve olmayan sistematik kurgunun tespiti ve bunun çözüm yollarının taktiksel bilgi içerisinde çözülmesine dair en ufak bir yorum, ne duyulur, ne de yazılır. Çünkü yok. Yok öyle bilgi, yok öyle bilgiye sahip insan.

İşte bunlar bizim futbol kültürümüz.

Ne dediği ve ne bildiği belli olmayan, fakat TV’lerde çıkıp konuşan yeni yetmeler, takım bulmak için araya binlerce aracı sokan ve takım bulmak için TV’lere aracılar vasıtasıyla çıkıp, yorum yapıp, sonra takım bulduktan sonra antrenörlüğü yüzüne gözüne bulaştıranlar ve hep aynı kısır döngü içindeki aynı tipler ve onların ortak zihniyeti…

İşte bunlar bizim futbol kültürümüz.

300 bin avroluk oyuncuya 5 milyon avro veren, menajerlerin hâkimiyetinde transfer yapan, siyasetin biat’ını kabul eden antrenörler ve başkanlar. Soyunma odasını, hakem odasını basan, hakemleri esir alan başkanlar, saha kenarında krizi çözecek donanımlarda olamayıp krizin parçası olan teknik adamlar…

İşte bunların hepsi bizim futbol kültürümüz.

Bak sevgili Bağış Erten, Rıdvan Dilmen, Şansal Büyüka, Aziz Yıldırım, Fatih Terim, Fikret Orman, Yıldırım Demirören futbolumuza yön veriyorlar. İşte bizim futbolumuzun karşılığı budur ve futbol kültürümüzdeki tavır alma şeklinin karşılığındaki kişiler bunlardır.

Daha ne olsun?

Eğer “Keşke “ diyeceksek, çok farklı ve başka şeyler için demeliyiz. Bu sorunun karşılığı da çok ağır…