Sosyal medyada bir video paylaşılmıştı. Ayrıldığı eşini tehdit ederken insanların ortasında "Öldürsem ben ceza yemem 3-5 ay yatar çıkarım" diye bağırıyordu. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının alındığı bugünlerde gündemde buna benzer olaylar daha fazla yer almaya başladı. Hukuk sistemiyle ilgili tartışmaların dışında, bir de meselenin psikolojik boyutu var; toplumsal bağların çözülmesinden kaynaklı olarak utanma ve suçluluk duyguları tek tek bireylerde orantısız ve tutarsız bir görünüm sergiliyor. Bazı insanlar gereğinden fazla utanç ve suçluluk duygularıyla boğuşurken, geniş bir kesimde de utanç ve suçluluk duyguları iptal olmuş durumda. Ya da bu duygularla baş edebilmek için, düşmanlaştırıcı ötekileştirmeye ihtiyaç duyuluyor.

UMUTSUZLUĞUN NEDENLERİ

Utanç duygusu bireyleşmenin sınırlı olduğu toplumlarda daha ön plandayken, bireyleşmiş toplumlarda suçluluk duygusunun baskın olduğunu biliyoruz. Ama bugün gelinen noktada, kişiyi frenleyebilecek bu tür duyguların önemi azalmış gibi görünüyor. Bu da şiddeti meşru bir araç gibi görmeyi kolaylaştırdı. Toplumsal bağlar zayıfladıkça kişiler benmerkezli bir hayat sürer oldular. Bir de buna sosyal izolasyona da neden olan pandemi ve ekonomik zorluklar da eklenince, bazı çevrelerde durum daha da ağırlaştı. Sosyal ve hukuksal kuralların göreceleştiği, gerçeklik algısının çarpıtıldığı böylesi zamanlarda kaygı bozuklukları da, depresyon da daha çok deneyimlenen rahatsızlıklar olarak karşımıza çıkıyor.

Aslında yaşanan sorunların nedenleri, üretilmesi gereken çözümlere dair de ipuçları sunuyor. Hukuk sisteminin bireysel hak ve özgürlükleri, istisnasız ve herkese eşit uygulanacak şekilde düzenlenmesi, toplumsal dayanışma ve bağları güçlendirecek politikalar ve örgütlenmelerle birlikte bireyi merkeze alan genel bir ahlaki dönüşüm, toplumun ruh sağlığı için büyük bir ihtiyaç. Bu çözüme ne kadar uzaksak umutsuzluk da o kadar çok artıyor olacak.

ZULMEDİCİ ÜSTBENLİK

Çocuklarda da gözlemlendiği gibi, dürtüsel eğilimler bilinç düzeyine taşındığında, eğer üstbenlik yapıcı bir biçimde rol alamıyorsa, çocuk doğru¬dan doyuma giden, kestirme ve elverişli bir yol keşfetmeye çalışır. Genellikle toplumda yaygın olan saldırgan, cezalandırıcı, hatta zulmedici bir üstbenlik modeli olduğu için, toplumsal bağların çözüldüğü zamanlarda, regresyona uğrayan kişilerde dürtüsellik ön plana çıkıyor. Bu noktaya geldikten sonra eğitsel çabalar da, yönlendirmeler de bir işe yaramıyor. Üstbenliğin zulmedici yapısını destekleyen, empatiyi iptal eden ve ötekileştirmeyi düşmanlaştırarak güçlendiren bütün siyasi yaklaşımlar ve yaygınlaştırılan kanılar, bugün yaşanan sorunların temelini oluşturuyor. Sosyal medyada Yeşilçam filmlerinden sahneler paylaşılırken Münir Özkul'un canlandırdığı Yaşar Usta ya da Mahmut Hoca gibi karakterlere duyulan özlem, yapıcı üstbenliğe ve yitirilen vicdan ve empati gibi kavramlara duyulan açlığı simgeliyor bir bakıma. Bu ötekileştirme meselesi, sadece etnik, dini ya da siyasi olmak zorunda da değil. Kilolu olanlardan yaşlılara, eşcinsellerden veganlara, kendisinden farklı olduğunu düşündüğü herkese yönelik gerçekleşebiliyor.

ÖTEKİLEŞTİRMENİN YÖNÜ

Ötekileştirme mekanizması, bütünüyle kişinin özdeğerlilik duygusunda yaşadığı zayıflıkla ilişkili. Kendimizi iyi ve değerli hissetmiyorsak, bunu başarabilmek için, iç grubumuzu dış gruplardan üstün ve ayrıcalıklı görme eğiliminde olabiliriz. İç grubumuzla özdeşleşmemiz ne kadar artarsa, diğer gruplara yönelik önyargılar da o kadar artar. Ama bu katı iç ve dış gruplar ayrımı, bize günümüzde yaşanan toplumsal değişime dair de bir şey söylüyor. Son yıllarda öylesine yoğun toplumsal altüst oluşlar yaşandı ki, dağılma endişesiyle herkes kendi kimliğine ve grubuna sıkı sıkıya yapışmak zorunda kaldı. Bir gruba ait hissedemeyenler ise boşlukta asılı kaldı; tüketim toplumunun dayattığı şekilde sahte kendilikler yaratarak varolma mücadelesi içinde. Ama sahte kendilikle (false self) varolabilmek, zaten imkânsız bir çaba.

Her ne olur ve yaşanırsa yaşansın, insanın derinliklerinde yıkıcı itkiler kadar, onarıcı ve iyileştirici itkiler de vardır. İnsanları mutlu etmeye yönelik sorumluluk hissi, öteki insanlarla kurulan içten duygudaşlıklarla, başkalarının ne hissettiği ya da düşündüğünü anlama arzusuyla ortaya çıkacaktır. Sanatı vazgeçilmez kılan özelliklerden biri de bu olsa gerek.