Bağlılık-Aslı: Yine muhafazakâr bakış

MURAT TIRPAN

Semih Kaplanoğlu’nun son filmi, Türkiye’nin alelacele Oscar adayı Bağlılık-Aslı vizyona paralel olarak Adana Altın Koza’da da nihayet görücüye çıktı. Önce bu tuhaf ismin ne manaya geldiğini anlayamamıştık ama sonrasında çıkan haberlerden Kaplanoğlu’nun bir Bağlılık üçlemesi yaptığı ortaya çıktı, genelde sinema tarihinde üçleme yapanlar tematik isimleri jenerikte belirtmezler ama burada nedense yönetmen böyle bir tercih yapmış. Vizyonda 156 kopyayla girmesine rağmen üç bin kişiye bile ulaşamayarak hayal kırıklığı yaratan filmin Adana Ulusal Yarışma’daki şansını diğer iddialı filmleri görmeden bilemeyiz ama mevzuya dair birkaç kelam edelim.

ANNEYE DÖNÜŞMEMEK!

Bağlılık Aslı’nın derdi belli, modern şehirli kadının annelikle olan ilişkisi. Bir bankada çalışan Aslı hamile kalınca işini bırakmış, çocuk doğduktan sonra da bir bakıcı bularak işe geri dönme derdinde. Buluyor da, Gülnihal adında küçük yaşta evlenip çocuk sahibi olmuş, kentin varoşlarında yaşayan bir kız. Aslında hali vakti yerinde bir aile Aslı’nınki, kadının derdi para kazanmak değil, daha çok çalışma hayatına dönmek. Hayatına böyle devam etmek, evde çocuğuna bakan bir anneye dönüşmemek.

‘Modern kadın çalışmasın, gitsin evine bebeğine annelik yapsın!’ şeklindeki filme yöneltilen ilk eleştiriler bana sorarsanız çok haklı değil. Kaplanoğlu’nun yapmaya çalıştığı şey bu kadar basit değil, her ne kadar yönetmen olarak kendisine sempatimiz olmasa da bunu söylemek zorundayız. Film gerçekten de çevremizde kolayca örneğini bulabileceğimiz kadınların açmazlarını anlamaya çalışmakla meşgul. Bir bakıcıya çocuğunu emanet etme, ona güvenme meselesinin ne kadar zor olduğunu, bu tür kadınların bir yandan çocuğuyla olmak ama öte yandan iş yaşamına geri dönmek arasında nasıl bocaladıklarını bilen bilir. Burada bir sorun yok, hatta film boyunca güven güvensizlik arasında gelişen Aslı-Bakıcı ilişkisinin de ‘ötekini anlamak, kendini anlamak için ötekine bakmak’ teması üzerinden fena yürümediği de söylenebilir. Böyle bir anne-bebek ilişkisinde önemli bir dinamik olması gereken babanın fazlasıyla karton bir tipe indirgenmesi, anneyle buluşma sahnesinin çok doğrudan ve iğreti durması, Andreas Sinanos’un müthiş görüntü çalışmasına karşın temponun zaman zaman gereksiz düşmesi ve atmosferin donuklaşması gibi sorunları görmezden de gelebiliriz. Ancak filmin dramatik anlamda zekice yazılmış finali üzerinden açıkça görülen başka bir şey var ki asıl sorun bu. İzleyici son sahnedeki Aslı’yı, onun bebekleriyle doğurgan, kutsal bir anne heykeli gibi konumlandırılışını görünce anlayacaktır ki, Kaplanoğlu büyük, hatta gayet epik bir annelik tanımı yapıyor ve bütün kadınları bu ‘büyük, kutsal annelik’e dahil ediyor. Sadece Aslı ile ilgilenmiyor, öyle olsaydı modern kadın ve annelik tartışmasını yapardık, ama film alt sınıftan bir anneyi da buna ekliyor ve dolayısıyla anneliği sınıflar üstü mitolojik bir zorunluluğa hapsediyor. Aslı’nın tüm varoluşsal bunalımlarının çözümü, kendi ailesinde yaşadığı parçalanmayı tekrarlamamasının tek yolu annelik, bakıcının tüm yaşamsal zorluklarına rağmen hayata bağlanma nedeni annelik ve daha ilginci bu iki sınıfsal konumun birbirini anlayabilmelerinin, iletişim kurabilmelerinin de yegâne yolu annelik! Alt ve üstü-orta sınıftan iki kadının geleneksel annelik dışında bir anneliği tahayyül edebilme ve birbirleriyle gerçek bir temas kurabilme şansları yok.

Muhafazakârlığın kendini gösterdiği en temel noktalardan biri tam da budur işte, başka hiçbir çıkış yolu, seçenek bırakmadan tek bir doğruyu işaret etmek. Bağlılık-Aslı yönetmenin önceki filmi Buğday’dan daha iyi bir film gibi gözükse de vardığı nokta ne yazık ki yine bu.