Baharın alâmetleri çoktan belirdi. Kimi ağaçlar çiçeklendi bile, ama hâlâ kabuklarının altında sessiz devrimler yaşayanlar var. Doğa, saat zamanı nedir bilmez, kendi zamanını yaşar; kabuğunu çatlatacağı o müthiş ân için tüm bu hazırlıklar. Dengenin bozulduğu ve henüz yeni bir dengenin ortaya çıkmadığı zamanlar, çalkantılı sular. Bahar ayini başladı. Paris, 29 Mayıs 1913 akşamı; İgor Stravinsky’nin […]

Baharın alâmetleri çoktan belirdi. Kimi ağaçlar çiçeklendi bile, ama hâlâ kabuklarının altında sessiz devrimler yaşayanlar var. Doğa, saat zamanı nedir bilmez, kendi zamanını yaşar; kabuğunu çatlatacağı o müthiş ân için tüm bu hazırlıklar. Dengenin bozulduğu ve henüz yeni bir dengenin ortaya çıkmadığı zamanlar, çalkantılı sular. Bahar ayini başladı.

Paris, 29 Mayıs 1913 akşamı; İgor Stravinsky’nin Bahar Ayini balesinin prömiyeri. Bale ilk kez Ballet Russes’de seyircisiyle buluşacak. Bahar Ayini’nden önce sahnede, Michel Fokine’in koreografisini yaptığı Les Sylphides balesi var. Chopin’in piyano müziği eşliğinde beyaz tütüleri içindeki balerinler seyircileri romantik düşlere daldırır. Ama romantik düşlere dalma zamanı değil şimdi, düşten uyanma zamanı; doğa yeni bir kalkışmaya hazırlanıyor. Romantik düşler Bahar Ayini’nin başlamasıyla çok geçmeden yerlerini karmaşaya bırakacak; seyircilerin de dengesi bozulacak çünkü. Ayin ilk başta kulağa tanıdık gelen ezgilerle başlar, ama bir süre sonra tıpkı devrimlere hazırlanan doğa gibi dengesini yitirir ve müzik basmakalıp ezgilere alışmış kulaklar için dayanılmaz hale gelir, gerilim giderek artar. Yeryüzü yeni bir uyanışa hazırlanırken, dengeden söz eden de kim? Kış uykusundan uyanan doğa dölyatağından yeni dengeler ve biçimler çıkaracak. Doğa dengeleri bozuyor.

Bahar Alâmetleri, Stravinsky’nin balesinin ikinci bölümünün başlığı. Bahar Alâmetleri baş gösterince seyirciler arasında çığlıklar duyuluyor ve koridorlarda itiş kakışlar: “Yaşlı kadınlar genç estetlere saldırıyor, balerinlere hakaret ediyordu. Hengâme o kadar gürültülü bir hal almıştı ki şef artık orkestrayı duyamıyordu. Orkestra gitmiş, yerini enstrüman seslerinin birbirine karıştığı bir kakofoniye bırakmıştı” (Lehrer, Proust Bir Sinir Bilimciydi, BÜY). Müzikteki disonans (uyumsuzluk), seyircileri de dengesizleştirdi. Balenin koreografı Vaslav Nijinski’nin bu denge bozumunda payı büyüktü. Akademik balenin geleneksel dans kalıplarını bilinçli olarak reddetmiş ve bahara özgü dengesizliği koreografisine taşımıştı. Dansçılar ayaklarıyla ahşap sahneyi dövüyorlardı. Doğa da yeryüzünü ayaklarıyla dövüyor, gümbür gümbür; yeni biçimlerin ayak seslerini duymuyor musunuz?

DOĞA, DEVRİM VE ÇÜRÜME

Kadim toplulukların düzenledikleri ‘yeni yıl törenleri’nde toplumsal hiyerarşiler askıya alınır ve tabakalar arasında sıkışıp kalmış bedenler aralarında olmadık bağlantılar icat ederek yeni bir denge durumuna geçişi kutlarlardı. Doğanın yeniden doğuşunu kutladıkları bu törenler tam bir curcunayı andırır; kaostan kozmosa geçiş ritüelleri. Doğa bu şenliği her yıl baharda gerçekleştiriyor, ama biz duyumsamıyoruz; gerçeği kat kat örtülerle sarıp sarmaladıkça doğamızdan ayrı düştük. Biz duyumsamasak da doğa durgun sulardaki hiyerarşiyi bozmaya devam ediyor; zenginlik, parçalar arasında eşit olarak dağıtılmalı. Doğada devrimler yaşanırken, bizler çürümekte olan durgun sulardayız. Doğanın içimize sızmaması için tedbirler almışlar. Olur ha, ayrı düşürülmüş bedenler, aralarında olmadık bağlantılar icat edebilir ve yeni bir denge durumuna geçebilirler; iktidar korkuyor.

Doğanın bir biçim repertuvarı olduğu öğretildi bize; baktığımızda biçimler görüyoruz. Ve içeride biçimleri, yer ve işlevlerine göre yerleştirerek statik düzenler kurdular. Ama “Doğa biçim değil, bağlantılanma sürecidir: Bir çokseslilik icat eder, bir bütünsellik değil, toplantıdır” (Deleuze). Parçalar başka parçalarla bağlantılar kurdukça çoğaltırlar kendilerini, o yüzden biçimleri yoktur. Ama içeride parçalar, bir yapboz gibi bütünsel bir resim oluşturmak üzere birbiriyleriyle kenetlenmişler. Ve hareket edemedikleri için çok geçmeden çürüyecekler. Fakat iktidar sırf kendi düzeni sürsün diye mumyalıyor hepsini. Baktığınızda kimlikli biçimler görürsünüz, ama içleri çürümüştür. Bahar ayininin çalkantılı sularına bırakmış olsalardı kendilerini, içleri çoktan canlanmıştı bile, ama biçimleri bozulacak. Biçiminizi bozmadan canlanamazsınız!