Kasım ayında ekonomiyi devralan yeni isimler, yaz aylarına doğru faizleri indirmeyi planlıyorlardı. Ancak evdeki plan çarşıya uymuyor. Bahar ayları yaklaşırken, ekonomi sert kışa hazırlanıyor.

Bahar beklerken kara kış kapıda

Ozan GÜNDOĞDU

Kasım ayında Berat Albayrak’ın istifasının ardından değişen ekonomi yönetimi enflasyonla mücadeleyi öncelikli hedef olarak belirledi. Bu kapsamda Merkez Bankası politika faizini yüzde 10,25’ten önce 15’e ardından da 17’ye çıkardı. Böylece bankacılık sistemi aracılığıyla piyasaya pompalanan para yavaşlatılmış, döviz kurlarında bir miktar gevşeme sağlanmış oldu.

Kasım ayı başında 8,5 TL’yi göre dolar kuru izleyen haftalarda 7 TL’nin de altına geriledi. O kadar ki, piyasada “ters dolarizasyon” yani, yurtiçindeki gerçek ve tüzel kişilerin dolardan TL’ye geçtikleri dahi konuşulmaya başladı.


Bu koşullar altında beklentiler enflasyonun kontrol altına alınması olsa da, umulan gerçekleşmedi. Tüketici fiyatları Kasım ayında aylık yüzde 2,30, Aralık’ta yüzde 1,25, Ocak’ta yüzde 1,68 ve Şubat’ta yüzde 0,91 arttı. Son 4 aylık seyirde en iyi enflasyon verisi olan Şubat ayında dahi fiyatlarda aylık yüzde 1’e yakın artışlar görüldü. Şubat ayı itibariyle yıllık enflasyon son 18 ayın en yüksek oranına yüzde 15,6’ya yükselmiş durumda. Politika faizinin yüzde 17’ye çıkarıldığı aralık ayında enflasyon yüzde 14,6’ydı. Bu nedenle uzmanlar Mart ayındaki Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısından 100 baz puanlık faiz artışıyla politika faizinin yüzde 18’e yükseltilmesini bekliyorlar.

Üretici fiyatlarında yani girdi maliyetlerinde de gidişat iyi değil. Kasım ayında yurtiçi üretici fiyatları (Yİ-ÜFE) kasımda yüzde 4,08, Aralık’ta yüzde 2,36, Ocak’ta yüzde 2,66 ve Şubat’ta yüzde 1,22 arttı. Şubat ayı itibariyle yıllık üretici enflasyonu böylece yüzde 27,09’a yükseldi. Bu oran da son 20 aydır görülen en yüksek ÜFE artışı olarak kayıtlara geçti.

Tüm bunlar yaşanırken, döviz kurları da yeniden korkutmaya başladı. Gerek tüketici gerekse üretici enflasyonunda yaşananlar döviz kurlarının aşağı yönlü hareketine rağmen gerçekleşmişti. Mart ayı başından itibaren bu avantaj da tersine dönmüş durumda. 22 Şubat’ta 7 lira olan dolar kuru, 5 Mart gününü 7,52 TL’den kapattı. Bu artışın başlıca sebebi, ABD tahvillerindeki faiz artışı nedeniyle doların güçlenmesi olsa da, aynı dönemde değeri en çok azalan para birimi alışılageldiği üzere yine Türk Lirası oldu.

Umulan bulunamadı

Ekonomi yönetimi, Mart ayı başında böyle bir tabloyla karşılaşmak istemiyordu. Onlar ABD ve AB’deki yaptırımların yeniden gündeme geleceği mart ayında, yüzde 10’a yaklaşmış ve düşme patikasına girmiş enflasyon ve kontrol altına alınmış döviz kurlarıyla girmeyi umuyorlardı. Erdoğan’ın yüzde 17’lik ‘yüksek’ politika faizine daha fazla tahammül gösteremeyeceğini bilen ekonomi yönetimi, mart ayını da kazasız atlatarak yaz başında faizleri indirmeye başlamayı umuyordu. Ancak işler hiç de umulduğu gibi gitmedi. Üstelik Dünya’da yaşanan gelişmeler Türkiye ekonomisinin lehine ilerlemiyor. İşte gelecek dönemde ekonomiyi gerecek 3 tehdit;

Petrol fiyatları

2020 yılında rekor seviyede bir ucuzlukla kapatan petrol, Türkiye ekonomisinin pandemi döneminde krizini en azından hafifleten bir gelişmeydi. Bu sayede enflasyonda petrol fiyatlarından kaynaklanan yukarı yönlü bir basınç oluşmamıştı. Geçen yılın mart ayında Brent petrolün fiyatı 60 dolarlar seviyesinden sert bir şekilde 20 dolarlar seviyesine kadar gerilemişti. Bu durum petrol ithalatçısı Türkiye gibi ülkelerin girdi maliyetlerinde olumlu bir gelişme olarak yüz güldürdü. Ancak bu yıl durum pek parlak değil. Son 4 aydır petrol fiyatlarında yukarı yönlü sert hareketler gözleniyor. Aralık ayında 45 dolar seviyesinde olan Brent petrol, mart ayında 70 doları görmüş durumda. Son haftalarda petrol fiyatlarındaki artış ise petrol ithalatçısı ülkeleri tedirgin etmeye başladı.

Gıda fiyatları

Türkiye’de enflasyonun en önemli tetikleyicisi gıda fiyatları. Gerek TÜFE sepetindeki yüzde 25,94’lük ağırlığı gerekse yoksulluğun toplumsallaşmasıyla beraber giderek artan önemiyle gıda fiyatları hem ekonomik hem de sosyal bir sorun. Ancak 2014’ten 2020’ye kadar gıda fiyatlarında yaşanan küresel hava Türkiye’nin lehineydi. Başka bir ifadeyle son 6 yıldır Dünya’nın geri kalanında gıda fiyatları düşme eğilimindeydi. Ancak son 9 aydır durum tersine dönmüş durumda. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Gıda Fiyat Endeksi pandemiyle birlikte sert şekilde arttı. Endeks sadece şubat ayında yüzde 2,4 arttı. Bitkisel yağ endeksindeki aylık artış yüzde 6,2, şeker endeksindeki aylık artış yüzde 6,4 gibi rekor seviyelere ulaşmış durumda. Gıda fiyatlarındaki artışa paralel olarak piyasa mekanizması içinde yem ve tohum fiyatlarında da artışlar gözleniyor. Uzmanlar et fiyatlarının da önümüzdeki aylarda enflasyonun tetikleyicilerinden biri olacağını söylüyor. Gıda ve tarımda son yıllarda net ithalatçı pozisyona gerileyen Türkiye, dünya fiyatlarından eskisinden çok daha fazla etkileniyor.

Siyasi gerilimler

Türkiye ekonomisinin finans ayağında bugün yaşanana benzer biçimde gerilimin artması, ekonomik göstergelerin siyasi krizlerden çok daha fazla etkilenmesine neden oluyor. Hem petrol hem de gıda fiyatlarında yaşanan gelişmelerin yanında Türkiye’nin enflasyonunun da kontrol altına alınamaması yüzde 17’lik politika faizi bile TL’nin değerini korumak için az geliyor. Tüm bu gelişmelere ABD Başkanı Biden’ın henüz Erdoğan’ı aramaması, AB yaptırım paketinin Mart ayında görüşülecek olması, ABD ile süren S-400 geriliminin bir sonuca bağlanmış olmaması, devam eden Halkbank davası, Suriye’de AKP’nin yol haritasının ne olduğunun bilinmemesi gibi bir dizi siyasi sorunun eklenmesi ise ekonomik belirsizliği katmerliyor.