Canlı müzikten, hele cazdan öyle uzun süre uzak kaldık ki. Olmuş bitmiş şeyler için ağlamayı faydasız bulurum ama doğrusu üç yıla yakın nafile bir dönem geçirdik. Bizim gibi 65+ olan bahtsızlar ise özel bir programdan geçirildi. O sıralar da kutsal internet sayesinde çeşitli etkinliklerden, sinemadan ve müzikten ayrı kalmadık ama (edebiyat hep bizimleydi), aynı mekânı paylaşarak, yüz yüze onlar çalıp biz dinlemek gibisi var mı?

O kara dönemde sadece, ikisi de CRR’de olmak üzere Jordi Savall ve Bill Evans konserlerine gittim. Savall zaten kıymetlimizdir, Evans’ı da yıllar önce Ortaköy’deki konserinden muhabbetle hatırlıyorum. Sonra bir dönem de konserlere niyetlenip, yer ayırtıp, çeşitli sebeplerle gidememekle geçti. Ayakta seyretmelikti mesela, hava çok soğuktu, falan. Bu arada çeviri teslim belasından, Wooten’ı bile izleyemedim.

Ama Mayıs’ta Zorlu’daki, bana biraz pandemi yüzünden yapılamayan çok iyi programlı festivali anımsatan bahar cazı hengâmesi, can evimizden vurdu. İlk adımda, ayın 6’sında Bulut Gülen’in albüm lansmanı “Bosphorus Train”, touché’de masa düzeni değişip ‘ayakta’ olunca gidemedik. Bana konser yoldaşlığı edecek müzisyen ve müzik tutkunu Muhlis Uzel de gidemedi, ne yazık. Ama bundan sonrasına gidiyoruz nasipse. Bu akşam, yıllardır tadı damağımızda kalmış Yellowjackets sahnede. Sonra üç tane yerli grup ki başımızın üstünde yerleri var.

***

13 Mayıs Cuma yine ayakta (çünkü Studio’da, ama küçük iskemle ümidimiz mevcut) Alp Ersönmez’in “Cereyanlı”sı var. Dört gün sonra Turkcell Platinum Sahne’de Julide Özçelik’i dinleyeceğiz. 19’unda da touché de Türk cazının en önemli albümlerinden Jazz Semaiyi, “remembering Jazz Semai” ile hatırlayacağız. Kontrabasta Ozan Musluoğlu’nu, saksofonda Batu Şallıel’i, piyanoda Uraz Kıvaner’i ve davulda, “Bosphorus Train”de kaçırdığımız Ferit Odman’ı dinleyeceğiz.

Yellowjackets’in ardından iki ‘yabancı’ konser daha sırada: 20 Mayıs’ta Anouar Brahem Quartet ve 26’sında multienstrümentalist, Etiyopya cazının babası, kendi müziği ile Latin müziği ve cazı birleştiren Mulatu Astatke. Kendisini daha önce de dinlemiş ve hayran kalmıştık. Ama yine de Anouar Brahem’i en sona bıraktık. Çünkü onu çok uzun yıllar önce dinlemiş, udun bu müziğe de nasıl uyum sağladığına hayret etmiş, hatta bir de söyleşi yapmıştık. Sanırım o zamanki Sheraton’daydı. Sonra bir müddet Lübnanlı Rabih Abou-Khalil mi daha iyi, yoksa Tunuslu Brahem mi diye akıl gezdirdik.

Derken bir başka Tunuslu çıkageldi. Üstelik bu seferkinin harikulade bir sesi de vardı. Dhafer Youssef’in çok sevdiğim Arkeoloji Müzesi Bahçesi’ndeki konserini ve yemekten sonraki sohbetimizi de unutamıyorum. İzleyicisiyle kolaylıkla ilişki kurabilen bir sanatçıdır. Ama doğrusu hiçbirinde, Filistinli üç genç udî’de olduğu gibi neye uğradığımı şaşırmadım. Müzisyen bir ailenin genç çocukları Nasıralı Samir, Wissam ve Adnan Joubran ya da kısaca Le Trio Joubran’ın yıldız bir rock grubundan farkı yoktu. En azından, izleyicileri onlara böyle davranıyordu. CRR’deki ilk konserde başı örtülü genç hayranları tıpkı bir Beatles konseri seyircisi gibi hareket ediyordu. Sahnenin dibine koşuyorlar, ayakta alkışlayarak dinliyorlardı. Severek dinledikleri bu müziği iyi de biliyorlardı. Azınlıkta ve cahil kaldık. İlk seferinde, tabii.

***

Bir de kaçırdığımız udî var, aynı zamanda benzersiz bir sesle şarkı söyleyen bir hanım: Kamilya Jubran. 1963’te Akka’nın (İsrail) bir köyünde, Filistinli bir ailenin çocuğu olarak doğdu. 1982’de Sabreen müzik grubunun solisti olarak adım attı müzik hayatına. 2002 yılında solo çalışmaya başlayana kadar yirmi yıl bu grupla birlikte oldu. Kamilya Jubran 2012 yılında, Akbank Caz Festivali kapsamında Werner Hasler ile İstanbul’a geldi. Ne yazık ki dinleyemedim. O günden beri yine gelir, mutlaka gelir umuduyla bekliyorum. Getiren de pişman olmaz, dinleyen de…

Mayıs ayı bir başka hanımın, Stacey Kent ve birinci sınıf müzisyen kocası Jim Tomlinson’ın CRR’deki konseriyle bitiyor. Böyle bahar rüzgârı dost başına!

Ah pardon! 20’sinde Brahem’le aynı günde CRR’de de Raul Midon var. Unuttu demeyin…