Orman yangınlarını itfaiye uçaklarıyla değil de Diyanet İşleri Başkanı’nın dualarıyla söndürmeye çalışan bir devletin yurttaşı olmak çok zor… Artık evrenin oluşmak için bir tanrıya, iyiliğin de cennet/cehennem inancına ihtiyaç duymadığını rahatça tartışabilen yeni neslin bu akıldışı davranışa nasıl karşılık vereceğini önümüzdeki yıllarda göreceğiz.

Her ne kadar Z kuşağı kadar cesurca olmasa da, son zamanlarda sinema da tartışıyor bu konuları. Örneğin 2020 tarihli Gürcistan yapımı Başlangıç’ta, dinsel kurumların insanı nasıl ezdiğini ilginç bir mezhep savaşıyla görüyoruz: David ve Yana, Ortodoks kilisesinin çok güçlü olduğu Gürcistan’da Yehova Şahitleri adına kilise kurmuş bir çifttir. David cemaatin kurumsal kimliği için uğraşırken Yana da cemaatin çocuklarına din dersleri vermektedir. Bölgenin Ortodoks çoğunluğu Yehova Şahitleri’nden rahatsızdır. Bir gün, ayin sırasında kilise kundaklanır. David ve Yana kiliseyi yeniden inşa etmek için uğraşırken, muhtemelen kundakçılardan biri olan bir genç adam, kendini Tiflis’ten olayı araştırmak üzere gönderilmiş bir polis olarak tanıtıp Yana’nın evine, özel hayatına girer ve kadına tecavüz eder -Ortodoksluğun eril zaferi!

Tabii Başlangıç, örneğin Katoliklerin Protestanları acımasızca katlettiği Saint Barthelemy Katliamı’nın anlatıldığı La Reine Margot (1994) gibi doğrudan ‘mezhep savaşları tarihi’ ile ilgili bir film değil. Bu anlatının genelinde ‘yabancılaşma unsuru olarak din’ olgusunu görüyoruz. Hele Yana’nın cennet ve cehennem kavramları üzerinden çocukları sınava çektiği bir sahne var ki, iyilik-kötülük ilişkisi bakımından Yehova Şahitleri’yle Ortodokslar arasında fark olmadığı bariz biçimde ortaya çıkıyor.

***

Dünyada bir şeyler değişiyor; ‘kutsal’ kavramına sarılarak sunulan her şey, yavaş yavaş buharlaşıyor. Bunu sadece Başlangıç’tan yola çıkarak söylemiyorum tabii -tek çiçekle bahar olmaz-, son birkaç yılda din ve kutsallık kavramlarını sorgulayan çok ilginç filmler yapıldı. Örneğin bunlardan Unholy (2020), kutsal gibi görünen ama aslında şeytani güçler tarafından insanları aldatmak için yapılan mucizeleri anlatıyor.

Uydurma haber konusunda hiç etik dertleri olmayan, kıyametle ilgili dinsel inançları sömürerek para kazanan bir muhabirin yaşadıkları üzerinden izliyoruz hikâyeyi: Bir taşra rahibinin dindar yeğeni olan Alice adlı sağır-dilsiz genç kız birden bire konuşmaya başlar. Alice’in Meryem’i gördüğü ve ondan mesajlar taşıdığı haberi hızla yayılır. Alice aracılığıyla Meryem’den şifa bulmak için insanlar kasabaya akın eder. Alice/Meryem, ilk olarak tedavisi imkânsız bir hastalıktan dolayı yürüyemeyen bir çocuğun yürümesini sağlar, sonra akciğer kanseri olan rahip amcasını iyileştirir. Hıristiyan toplum, kilisenin de onaylayarak destek verdiği bu mucizeleri bağrına basar, inanç tazeler. Filmin ilginç yanı da budur: Ardında tanrı karşıtı karanlık güçler bulunan mucizeler, insanların inancını güçlendirmektedir. Hatta bir süre sonra bu durumu sorgulayanlar kâfir ilan edilmeye başlar.

Sonuçta, Alice’i yeni bir Harikalar Diyarı’nda izlediğimiz film özetle şunu söylüyor: Dinsel sahteliklere kanmayın, inanacaksanız gerçek dine inanın. Ama, “İyi de, hepiniz aynı argümanları kullanırken bu nasıl mümkün olacak?!” sorusunu cevaplamıyor.

Neyse ki Unholy’den daha iyisi de var: 2020 Kanada yapımı The Corruption of Divine Providence (İlahi Takdirin Bozuluşu) adlı filmde, genç bir kız bir sabah bileklerinde çivi delikleri ve başında dikenli bir tacın neden olduğu yaralarla, yani İsa’nın çarmıha gerilişinden kalan izlerle (stigmata) uyanır ve komaya girer. Jeanne’ın annesi inancını yitirmekte olan bir Hıristiyan, babası ise paradan başka hiçbir şeyi önemsemeyen ve kökenlerini reddeden bir yarı -kızılderilidir- bu mucizevi olaya tanıklık etmek isteyenler hastanede Jeanne’ın odasının önünde kuyruk oluşturunca, girişe bir kutu koyup para toplamaya başlayan bir baba.

***

Manitoba kızılderilileri de kutsal hediyelerini alıp hastaneye gelir ama baba önce kızılderilileri kâfirlikle suçlar, sonra da para vermezlerse kızı göremeyeceklerini söyleyerek onları kovar. Bu arada, Amerikalı evanjelist bir televizyon rahibi de kızın durumundan faydalanmak için kameralarla olay yerine gider. Baba hem yerel kiliseden hem de televanjelistten para koparma derdindedir. Film net bir sonuca bağlanmasa da, iyi insan olmanın dinlerden daha önemli olduğunu vurgulayarak biter.

Böyle çok sayıda film var ama birkaç çiçekle de bahar olmaz tabii; lakin artık evrenin oluşmak için bir tanrıya, iyiliğin de cennet/cehennem inancına ihtiyaç duymadığını rahatça tartışabilen bir nesil gelişiyor. Baharın gelişini onlarla göreceğiz galiba...