Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanında, üç kafadar, Yusuf, Ali ve Hasan, Çukurova’ya doğru kıvrıla kıvrıla yol alan trenin penceresinden meraklı gözlerle bakarken, para kazanma düşleri kurmaktadır. Trende tanıştıkları Veli, şehri onlardan önce keşfetmiştir. Patozda çalışmış, ağanın sömürüsünü görmüş, işçilerin örgütlü eylemine tanık olmuştur. Veli üç arkadaşa insan öğüten canavar patoz makinesinin “ejderhalar gibi soluduğunu” anlatır: “Bir tarihte, patozda çalışıyoruz. Patoz, eski patoz. Dört buçuk ayak, kırk beş kişilik. Lakin ırgat başı kansız mı kansız. Şu kadarcık merhamet arama!”

Romanın başında Pehlivan Ali, Veli’nin anlattığı patozu gözünde canlandırmaya çalışır. Onun devasalığına hem hayret eder, hem de güler, geçer. Ancak patozla çalışmak, Çukurova’nın kırk derece sıcağında saatlerce saman tozunun içinde nefes almadan kalabilmek zor iştir. En küçük hatada insan kendini makinenin bıçakları arasında bulabilir. Aradan epey zaman geçmiştir. Pehlivan Ali de çalışan işçilerden biri olmuştur. Tam bu sırada patozdan çatırtı gelir ve derin bir sessizlik olur. Pehlivan Ali bacağını kasığına kadar makineye kaptırır. Ağa ise onu hastaneye götürmek yerine kaçmayı tercih eder. Pehlivan Ali’nin, makinaca belirlenen trajik sonu, kağıt para karşısında insan hayatının hiçbir değeri olmadığını gösterir bize.

Orhan Kemal, işçilerin arasından gelir, onların sesi olur. Tedavi olmak için gittiği Bulgaristan’dan cenazesi getirilirken onu karşılayan işçilerin elinde, “Biz işçiler, hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz!” yazmaktadır.

Orhan Kemal’in vefat ettiği gece onu düşünerek içli içli ağlayanlardan biri ülkemizin sendikal mücadele tarihinde mihenk taşı olan Disk’in kurucusu Kemal Türkler’dir. İktidar birkaç ay önce Disk’i fiilen ortadan kaldıracak yasal düzenlemelere girişmiştir. Kemal Türkler, Orhan Kemal’in cenaze töreninde, bir kere daha işçi sınıfının mücadelesi için söz verir. Yaklaşık on gün kadar sonra da ülkemizin en büyük işçi eylemlerinden olan 15/16 Haziran direnişini başlatır. Önce İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan edilir, Kemal Türkler ve Disk yöneticileri tutuklanır. Üç ay kadar sonra Türkler ve arkadaşları serbest kaldığında Disk çok daha güçlüdür artık. 1 Mayıs 76’da Kemal Türkler alanı dolduran yüzbinlere, “1 Mayıs, her şeyden önce her ülkede ve tüm dünyada sermaye egemenliğine ve zulme karşı birlik ve mücadelenin bayrağıdır” diye seslenir. Ertesi sene bu defa milyonun sığmadığı alana yaylım ateşi açılır. Ruhi Su’nun “Bir çiğdem biri Nergis / vuruldular güpegündüz / sorarlar birgün sorarlar / sabahın bir sahibi var” ağıdı kalır geriye. Bu gelenek karanlığa rağmen kırılmaz. Ertesi sene yine alanı yüzbinler doldurarak işçi sınıfına ve demokrasiye olan bağlılıklarını sunar. 22 Temmuz 80 kapıyı çaldığında ise üç tetikçinin silahından çıkan kurşunlarla ağır yaralanır Türkler. Eşi Sebahat Türkler’in kucağında hastaneye giderken can verir.

Aradan yıllar geçer. “Önce ekmekler bozuldu” der Oktay Akbal Abimiz. Her şey talan olup içi boşaltılırken iş ve işçinin sorunları da gözden kaçırılır hep. Geriye ne Orhan Kemal gibi işçileri anlatan büyük yazarlarımız, ne de iş cinayetlerini sorgulayan kalabalıklar kalır. (Bu ülkede yaşamının önü kesilen aydınlarımızın çocuklarıyla birlikte bir anma toplantsında konuştuktan sonra yanıma zarif bir beyefendi yanaşmış, kız kardeşini 1 Mayıs’ta nasıl yitirdiğini anlatmıştı. Onların çaresizliği daha dün gibi duruyor oysa. Bir tek gözyaşları kalıyor geride.)

İşte yaşadığımız korona günlerinde aslında Orhan Kemal’in patoz makinası bir simgeye dönüşüyor. “Evde kal” söyleminin gerisinde bizi yaşatmaya çalışan yoksullar, canlarını verme pahasına marketlerde virüse siper olarak, kargo şirketlerinde canınız sıkılmasın diye şampanya kovası taşıyarak, her türlü tamiratla boğuşarak, asgari düzeyde de olsa fabrikaların bacasını tüttürerek, hastanede yaşatmak için çabalayarak eve ekmek götürmeye çalışıyor. Ekmek götüremeyenlerin ise sistem çarkını bir çarkıfelek gibi alacalı döndürsün diye açlıklarını dillendirmelerine dahî izin verilmiyor. Pehlivan Ali’nin patoza kaptırdığı bacağının yerine bir virüsün talan edebileceği akciğer var!

Bugün Nilgün Türkler’in, “Babamın katilini gördüm” haykırışı yalnızca kapitalist talan önünde durmaya çalışanları hatırlatmıyor sadece. Bize, 1 Mayıs’ın acılar tarihi olduğunu hatırlatıyor. Çelenk bırakılmaya çalışılan Taksim 1 Mayıs Meydanı’nın ne büyük bir anma geçiti olduğunu… Orhan Kemal’in pırıl pırıl gözlerinin içindeki buruk gülümseyişiyle bezenen.