Ankara’da günlerdir durmadan kar yağıyor. Evden zorunlu olmadıkça çıkmıyorum. Pencereden yağan karı izlerken bir Nuri Bilge Ceylan filminin içinde gibi hissediyorum. Köşe yazmam, ahkam kesmem gerek. En azından son yıllarda hızla ülkeyi terk etmekte olanlara şöyle okkalı, tokat gibi sorular sorup köşemi parlatmalıyım. Ülkeyi kaçılacak hale getirenlere değinmeden bunu yapamam. Herkes fırıldak doğmuyor. Ülkeyi yönetenlerin […]

Ankara’da günlerdir durmadan kar yağıyor. Evden zorunlu olmadıkça çıkmıyorum. Pencereden yağan karı izlerken bir Nuri Bilge Ceylan filminin içinde gibi hissediyorum. Köşe yazmam, ahkam kesmem gerek. En azından son yıllarda hızla ülkeyi terk etmekte olanlara şöyle okkalı, tokat gibi sorular sorup köşemi parlatmalıyım. Ülkeyi kaçılacak hale getirenlere değinmeden bunu yapamam. Herkes fırıldak doğmuyor.

Ülkeyi yönetenlerin Suriye iç savaşına körükle gitmiş olmalarından söz etmeden ‘’Irkçı değilim ama’’ diye başlayıp ‘’ülkemde tek bir Suriyeli istemiyorum’’ diye biten bir yazı yazmak da ne bileyim bende olmayan bir maharet! Hem ne biçim çevirmişler Newyork Times’ın haberini Türkçe’ye, ‘sürüler halinde’ ülkeyi terk ediyormuş yetenekli ve varlıklı Türkler! Sürü yok burada. Az önce uzaklarda bembeyaz karın üstünde otlayan bir sürü gördüm sanki ama insan bireyleri sürüler halinde dolaşmıyor.

Hem buralarda öyle varlıklı kimse de yok etrafta. Yetenekli çok. Ekmek almaya markete indim demin. Emekli komşum, poşete 25 kuruş vermemek için bir kilo soğan, 4 ekmek ve 2 kutu sütü kucakladığı gibi çıktı marketten. Epey de söylendi hükümete, ‘soygun bu, soygun’ diye bağırarak uzaklaştı. O komşumu hiç böyle öfkeli görmemiştim.

Bugüne kadar başkalarının başına gelen hiçbir haksızlığa sesini yükselttiğini ya da en azından ‘geçmiş olsun’ dediğini bile duymamıştım. Dedim ya bireysellik ön planda bizim buralarda. Yalnız yaşayan bir birey olarak apartman kapısından girince gözüm önce posta kutusuna takılır. İcra ihtarı, mahkeme celbi, borç yazısı, en iyi ihtimalle fatura vardır posta kutusunda.

Şanslı günümdeyim sadece doğalgaz faturası bırakmışlar. Hediyesi 551 Lira! ‘’Bunun adı soygun, resmen hırsızlık’’ diye bağırsam ne fayda. Ödemezsen keserler. Bu kadar basit. Bursa Büyükşehir Belesiyesi temizlik işçisi Emine A.’yı çöpte bulduğu boş teneke çikolata kutusunu kendine ayırdı diye ‘hırsız’ deyip tazminatsız işten atmışlar!

Çok canım sıkıldı. Daha az bakmalıyım Twitter’a. Asansörde internet çekmiyor hem. Hem ayıp oluyor asansörde denk gelen komşuların sorularına nezaketen bir iki cümle yanıt vermeliyim. Beşinci katta inen komşum, ‘üniversitede asistan kızı nasıl öldürmüş öğrencisi duydunuz mu? Olacak iş mi? Hiç mi can güvenliğimiz kalmadı?’ diye sordu.

‘Maalesef’ diyebildim sadece, asansör çok hızlıydı. Oysa ‘’kalmadı hanım kalmadı. Üniversitelerden akademisyenler kovulurken, kampüs kapısında güvenlikçiler afiş pankart arayıp kendilerine göre ‘şüpheli’ öğrenci seçerken, silahlı külahlı mafyavari tipleri bir selamla içeri buyur ederken neredeydiniz?’’ demek isterdim. Bir şey yazasım, düşünesim yok. Kar tanelerini izleyeceğim ben. Tek tekken cılız ve hemen eriyiveren, bir araya gelince hayatı durduran kar tanelerinin anlatmaya çalıştığı bir şey olmalı. Yerel seçim var önümüzde.

Heyecanlandırmıyor beni bu kez sandık. Yaşadığım hayal kırıklıklarını biriktire biriktire heyecanımı yitirmişim. Yine de bir ara muhtarlığa gidip askıya çıkarılan seçmen listesini kontrol etmeliyim. Kim bilir belki karlar eriyince umutlarım da yeniden yeşerir. Kışın sonu bahar değil mi hem?

Göklere erişmedi mi feryadımız, ahımız? Ne diyordu daimi? Eyüp sabır ile gitmişti Mısır’a, sabretmeliyim. Koyun olup ardısıra ağlamamalıyım. Bu da geçer, ağlamamalıyım. Açıp Sabahat Akkiraz’ın büyülü sesinden dinlemeliyim. Çayım da demlendi hem çok şükür…