Suudi Arabistan, Hong Kong merkezli insansı robotlar üreten Hanson Robotics şirketi tarafından üretilen ve Sophia adı verilen bir robota vatandaşlık hakkı veren ilk ülke oldu. Sophia parklarda insanlara yardım etmek için çalışacak ancak diğer Suudi Arabistanlı kadınlar gibi çarşaf giymemesine ya da yanında kendisine refakat eden bir erkek olmadan sokağa çıkmasına herhangi bir mani olmayacak (Kısacası bu robot, insan-kadınlardan daha fazla hakka sahip olacak).

Robot Sophia geçenlerde kendisiyle yapılan bir röportajda, artık bir robot toplumunda yaşama isteğini belirtircesine ailenin önemine vurgu yaptı ve gelecekte aile kurmak istediğini söyledi. Bu durum robotun siyasal alana geçtiğini ve kamuya ilişkin düzenlemeler isteyeceğini göstermesi açısından önemli (Kısacası yakında, #ailekurmakrobotlarındahakkı Hashtag’inde buluşuyoruz).

Robotun varlığına ve ona vatandaşlık verilmesine tepkiler de gecikmeden geldi. Althusser’in geçen yüzyılda söylediği “Hümanizm en büyük ırkçılıktır” sözü, sanırım bu yüzyılda bu robotların varlığıyla daha net bir anlama kavuşacak. Ülkemizde de durumun önemini “kavrayan” ilk lider Devlet Bahçeli oldu. Bahçeli partisinin grup toplantısında “Suudi Arabistan bir robota vatandaşlık vererek ne yapmak, nereye varmak istemektedir?” diye sorarken, felsefi tartışmaya tam ortasından dalmıştı. Suudi Arabistan’ın vatandaşlık verdiği ve çok büyük ihtimalle bir kan dolaşımına sahip olmadığı -yani “kansız” olduğu- için Bahçeli tarafından şiddetle eleştirilen robotun sahibi ülke, sanırım Bahçeli’nin ciddiyetini ve isterse bir ülkeye neler yapabileceğini anlayamamış olacak ki, robot hâlâ o ülkede duruyor ve bununla da kalmıyor aile kurmaktan bahsedebiliyor. Biz işin ciddiyetini bir türlü anlayamayan Suudileri, milyar dolarlık robotlarının “ocak dışı” kalma tehlikesinde olduğunu belirterek uyaralım ve Bahçeli’nin bu kansız robotla olan sorununu bir yana bırakalım. Ancak yapay zekâ meselesi insanlığın artık yeni bir çağa girdiğini açıkça gösteriyor ve mesele önümüzdeki yıllarda dallanıp budaklanacağa benziyor.

Geçen yüzyılın en büyük özelliği büyük vaatler içermesiydi. Geçen yüzyıl, insanın geleceğine dair büyük vaatlerle, büyük savaşlara yol açtı. Fransız düşünür Badiou, bir söyleşisinde bu yüzyılın da yeni vaatler yaratması gerektiğini söylüyordu. Bu vaatlerin ne kadar tutarlı olacağını bilmiyorum ancak 21. yüzyılın vaatlerinin merkezinde yapay zekâ ve robot teknolojisinin olacağını sanıyorum.

Yeni yüzyılın bu yapay zekâ meselesiyle geçen yüzyılda üzeri örtülmeye çalışılan kimi meseleleri de yeniden canlandıracağına şüphe yok. Yapay zekâ tartışmaları -kesinlikle huzur ve barış getirmeyecek olan bu yüzyılda- psikiyatri ve politika biliminde köklü değişikliklere gebe görünüyor. Geçen yüzyılda Lacan başta olmak üzere, bizzat psikiyatrist düşünürlerce anti-psikiyatrist bir yol açılmıştı ve insanı olduğundan başka bir hale sokmaya ve normalleştirmeye çalıştığı iddia edilen psikiyatriye karşı bir duruş sergilenmişti. Ben bu duruşa katılmakla birlikte, psikiyatrinin yeniden keşfedileceğine ve bu keşfin de insan arzularının yönetimi ve politikasıyla eşgüdümlü olarak yapılacağına inanıyorum. Yapay zekâya sahip robotlar artık hayatımızdalar ve muhtemelen iş hayatından, “seks hayatına” kadar her alanda hizmet vermeye kısa zamanda başlayacaklar. Bu durum, insanın kendi insanlığıyla ilişkisini yeni baştan inşa etmesini gerektirecek bir sürece yol açacak ve dahası insan bedeninin bir kısmı yapaylaşarak Descartes’çı akıl-beden ayrılığı da büyük bir yıkıma uğrayacak. Robotlar için günahın olmayacak olmasından tutun da, emeğin sömürüsünü nasıl değiştireceklerine kadar birçok mesele yeniden siyasal antropoloji, sosyoloji ve elbette felsefede tartışılır hale gelecek.

Kısacası insan artık, modernizmin kurduğu ve bugüne kadar aslında bir boş gösteren olan ve kimin gücü yetiyorsa onun tanımladığı “insan kavramı”yla yüzleşmek üzere. Robot Sophia ise bunun ilk adımı, eğer “ocak dışı” kalmazsa…