Gözlerimiz doluyor, dolacak da elbet. Ama senin yüreğimizde yarattığın büyük boşluğu hüzünle değil, öfkeyle dolduracağız. Biliyorsun, yerlerimizi değişmiş olsaydık senin de yapacağın bu olurdu.

Baho: Ne yazayım şimdi ben sana?

ÖNDER İŞLEYEN - ONUR KILIÇ

Bugün haberini alalı bir hafta olmuş. Bugünlerde hep aynı şey zihnimizde, Fatsa’ya ilk gidişimiz geliyor aklımıza. Sene 2005 olmalı. Bahadır’ın yumruklarını yıldızlara uzatıp önünde durduğu ‘Tek Yol Devrim’ pankartının ardındaki birlikte ilk yürüyüşümüzdü. Fatsa, bizim yolumuzun, fikrimizin kalbiydi. “Sen yumruk ol ben yıldız Fatsa’da buluşalım” afişlerini nasıl bir heyecanla astığımız dün gibi tazedir. Partinin kırık dökük otobüsüne, kapasitesinin iki katı kadar genç doluşup dilimizde şarkılarla yola çıkmıştık. Fatsa’nın girişinde İstanbul’dan, Sivas’tan gelen arkadaşlarımızla buluşup sahil yolunda açmıştık o pankartı.
Senin de kulağındadır hala o Fatsa’nın sokaklarında gürleyen sesimizle haykırdığımız “Fatsi Fikri Yaşıyor Yaşatacağız” sloganı. Bu bizim tarihimizle kucaklaşmamız değildi yalnızca, devrimci genç arkadaşların gelecek manifestosu ve iradesiydi.

• • •

Baho’nun arkasından bir şeyler yazmak çok zor. Aklımız yetmiyor ki kendimizi ifade edebilelim. Bu saçma sapan durumu idrak etmeye yetmiyoruz. Zaten yetmek de istemiyoruz. Gerçek gelmiyor yaşadığımız, Bahadır yattığı yerden kalkacak ve aklına gelen yeni ve parlak bir fikri, büyük bir heyecanla paylaşacakmış gibi geliyor. Yaratıcılığı, neşesi, zor koşullar karşısında takındığı büyük iyimserliğiyle o yaşamdan kopamaz diye düşünüyor insan. Yaşamı dolu dolu hisseden, onu güzelleştirmek için büyük bir enerjiyle çalışan Bahadır’ı düşünürken başka bir şey de gelmez insanın aklına zaten. Cümle kuramayan zihinsel engelli çocuklara şiirler öğretiyordu. Yaşamla kurduğu ilişki bu özette saklıydı aslında. Bahadır, devrimciliğin doğasında her şeyden önce yaşama sıkı sıkıya bağlı olma duygusu olduğunun gerçek bir kanıtı olarak geçti bizim yaşamımızdan. Trakya’lıydı, genleri neşeliydi ama sadece bu mu? Yüksek yaşam enerjisinin arkasında devrimciliği içselleştirmiş bir bireyin mutluluğu vardı. Devrimciliği bir yaşam tarzı olarak benimseyen, onun temizliğini her yönüyle içselleştirmiş, mükemmel bir üreticiydi Bahadır.

Bizim devrimci genç arkadaşımızdı. Evet, biz arkadaşlardık. Öyle seslendik dergilerimizde birbirimize. Sen devrimci genç arkadaşlığın tüm güzelliklerini yaşayarak gösterdin. Tüm arkadaşlarını sevgiyle sahiplendin. Eksiğini, hatasını kapatmak için çalıştın. Mütevaziydin. Nerede ihtiyaç olsa orada olurdun. Bir kez olsun “Ben” dediğin duyulmamıştır. Biz, hepimiz devrimci genç arkadaşlardık işte.

Mezarının başında, kısa gibi görülen ama neredeyse 15 yıla varan arkadaşlığımızın ne kadar çok şey biriktirdiğini, birbirimize ne denli sevgiyle bağlı olduğumuzu, bu mücadelede kendimizi bulduğumuzu gördük. Gioconda’nın; “Tanımadığın yüzlerce insanla, kalabalıklarla paylaşılan, yalnızlığın ya da tecrit edilmişliğin buharlaştığı bir yakınlık” cümlesiyle ifade ettiği durum bu olsa gerek.

Ankara’ya 2003’de gelmişti. Çekingendi, ürkekti. Ne yapacağını bilemiyordu, hiçbirimiz tam olarak bilemiyorduk. Öğrenmeye çalıştık beraberce. Birbirimize tutunduk, paylaşmanın ve birlikte mücadele etmenin tadıyla tanıştık. Doyumsuzca. Mücadele etmenin doğasında kederin ve mutluluğun birlikte barındığını anlamaya başladığımız zamanlardı. Aklımız yettiğince bu karmaşık hali idraka çalıştık. En zor zamanlarda bize hep umut aşılayan iyimser bir gül oldu Baho. Bizi birbirimize sarmaştırdı ve güç verdi. Merakı, açıklığı, sonsuz sempatikliğiyle moralimizin düştüğü anlarda dahi toparlanmak için yapacak bir esprisini, güler yüzünü saklı tutardı.

Dev-Genç’liydi. Gençlik İnisiyatifi’nden Geleceğimizi İstiyoruz’a, oradan Gençlik Muhalefeti’ne kurulan köprünün çalışkan bir taşıyıcısı oldu. Üzerine gençliğimizi düşürdüğümüz kavganın her noktasında birlikteydik. Gençlik İnisiyatifi hepimizin ilk göz ağrısıydı. Gençliğin bağımsız, demokratik, militan öz örgütünün yaratılması yolunda yürüdüğümüz İnisiyatif günlerindendir ilk karşılaşmamız. O, İnisiyatif’in ‘karanlıklar ülkesinin fena çocukları’ sözünü çok severdi. Belki de kendisine en çok yakıştırmıştı o sözü. Hakikaten de öyleydi.

İnisiyatif’in ardından yaşanan dağınıklık dönemi içinde, gençliğin bağımsız örgütlenmesi fikrinin yeniden hayat bulması için gösterdiğimiz ortak iradenin Cebeci’deki sahibiydi. Sayımızın parmakla sayılabilecek kadar olduğu o zor günlerde üstlendiği sorumlulukla, sayımızın azlığına düşmanın çokluğuna aldırmadığımızı gösterirken Bahadır bunu olanca neşesiyle yapardı.

Bu zor günlerde yeniden mayalanan gençliğin tüm muhalefet kesimlerinin demokratik, bağımsız ve merkezi örgütünün yaratılmasına dayanan devrimci genç siyasetinin 2000’lerin ortasındaki ismi Geleceğimizi İstiyoruz’du. Gençlik Forum’larıyla başlayan süreç, hızla ülkenin dört bir yanında gelişerek büyümeye başladığında Bahadır; Cebeci’de de vardı, Keçiören’in filizlenen dayanışmasında da vardı, Derbent’in yoksul gecekondularında da vardı.
İşte bu yürüyüşte hep birlikte ilk bira araya gelişimiz, İstanbul’da Irak işgalinin yıl dönümü protestosuydu, “Kanlı Uygarlığınızı Değil Geleceğimizi İstiyoruz” pankartı arkasında yüzlerce gencin buluştuğunu gördüğümüzde gözlerimiz nasıl da gururla dolmuştu. O pankartın ardındaki ilk isyan koşumuzdu, birlikte koşarken bu koşunun bitmeyen yolculuğumuzun en güzel koşularından birisi olacağına tüm bilincimiz ve kalbimizle inandık. Bahadır’ın ardında yürüyen, kalbi onun için acıyla ve öfkeyle dolan binlerce devrimci gençle kucaklaştığımız o koşu, bugün Bahadır’ın da umut kaynağı, göz bebeği Gençlik Muhalefeti’nde büyüyerek sürüyor.

Devrimciliğin unutturulmaya, yok edilmeye çalışıldığı dönemlerde kavgaya dört elle sarılan, inatçı bir devrimci gençti Bahadır. Nerede, hangi ihtiyaç varsa hiç şikâyet etmeden koşturdu, ne gerekiyorsa sırtlandı, Özgürlük ve Dayanışma ülkesine yolculuğunda bir an bile hedeften sapmadı. Bugün ‘Haziran’ güneşi iyiden iyiye dosta güven, düşmana korku vermeye başladıysa, Bahadır’ın yürüdüğü yollarda bıraktığı ayak izlerinin, deneyimlerin bundaki payı elbette yadsınamaz.

Sokaklar Gezi’ye açıldığında her birimimiz bir sokakta, bizim çağımız işte başlıyor, derken Bahadır da Gezi’deydi. Gaz maskesiyle barikatın ardında, Park’ta BirGün standında nerede ihtiyaç varsa oradaydı. Çünkü o zaten öyleydi. Hep Haziran çocuğuydu. O yüzden Birleşik Haziran Hareketi’ne bu denli umutla ve aşkla sarıldı. En son konuşmamızda HAZİRAN, nasıl dalgalandı 1 Mayıs’ta diye neşelenmiştik. HAZİRAN’ın eğitim boykotunu ileri taşımak için bir çalıştay yapılması gerektiğini anlatmış, bunun için sorumluluk alabileceğini söylemiştin. Böyle güzeldin, böyle kararlıydın işte.

• • •

Gericiliği, faşizmi, her türden ayrımcılığı ve sömürüyü yenmek için kısa ömründe durmaksızın çaba sarf eden Bahadır, idealleri ve yaşantısıyla bugünün kokuşmuş düzeninin devrimci bir eleştirisi oldu aynı zamanda. Çalmanın, çırpmanın, tecavüzün, cinayetin sıradan birer norm haline geldiği bir düzen bu. Sevgiden, ahlaktan, mertlikten, erdemden yoksun, çürümüş bir yaşantı ve arkasında ağlayacak kimsesi olmayan berbat bir insan tipi vaat ediyor bugünün muktedirleri topluma. O lanet gece Bahadır’ın karşısına dikilen çakal sürüsünün mayası da bu işte. Ölse kimse üzülmeyecek, bin tanesini üst üste koysanız Bahadır’ın tırnağı etmeyecek çakallar aldı elimizden kardeşimizi. Onunla yürümek ne kadar güzelse, onsuz yürümenin ağırlığını üzerimize boşaltan da kavganın bu eşitsiz, namert tarafı olsa gerek.

Ama bu kanatıcı gerçeklik ve onun yüreğimizde yarattığı boşluk karşısında duyulan en büyük his sorumluluğumuz oluyor şimdi. Ülkemizi, mahallerimizi, kampüslerimizi, tüm yaşam alanlarımızı kuşatan bu zorba iktidara ve onun çete artıklarına karşı sorulacak hesapları tekrar tekrar toparlıyoruz. Esnafımız Alperen diyen, sokağı it-köpekle kontrol altına almaya yönelecek kadar acz içinde sürünen bu faşist iktidara son verme mücadelemizi asla yarına bırakmayacağız. Gözlerimiz doluyor, dolacak da elbet. Ama senin yüreğimizde yarattığın büyük boşluğu hüzünle değil, öfkeyle dolduracağız. Biliyorsun, yerlerimizi değişmiş olsaydık senin de yapacağın bu olurdu.
Sana sözümüz senin düşlerindeki ülkedir, Haziran ülkesidir. Söylediğin gibi, ‘Yok efkar falan ikinci bir emre kadar. Güleceğimiz cümle zulmün karşısında. Böyle böyle düzelecek bu işler’.
Sen biraz dinlen şimdi devrimci gençlerin arkadaşı, kardeşi... Üzerine yıldızlar bıraktık. Üzerine gençliğini düşürdüğün yıldızlı pankartlarımızda senin göğe yükselen yumruğun hep var olacak. Ve o büyük gün geldiğinde hasret gidereceğiz, biz yine hep beraber olacağız.