Siyasal iktidar ve darbeciler arasındaki kör dövüşünde, makul muhalefetin sınırlarına dahil olmayı reddederek, ‘Başka bir yol da var’ diyenler ve alternatif üçüncü yol önermesini ‘....

Siyasal iktidar ve darbeciler arasındaki kör dövüşünde, makul muhalefetin sınırlarına dahil olmayı reddederek, ‘Başka bir yol da var’ diyenler ve alternatif üçüncü yol önermesini ‘Yiyin birbirinizi’ şeklinde dillendirenler ‘Simetri hastalığından muzdarip pozitivistler’ olarak eleştirildiler.

Bu eleştirinin sahiplerine göre, demokrasinin teamüllerine uygun olarak iktidara gelenlerin destekçileri dışındaki kitlelerde ciddi kaygılara yol açan icraatlarının, demokrasi dışı yöntemlerle siyasal iktidarı devirmeye çalışan darbecilerin edimlerinin yanında lafı bile edilmeliydi.

AKP’nin iktidara geldiği günden beri ülkenin muhafazakârlaşmasına dair attığı somut adımları saymak malumun ilanı olacaktır. Başbakan başta olmak üzere diğer hükümet üyelerinin demokrasi karşıtı söylemleri ve geçmişteki vukuatlarıysa zaten hiç aklımızdan silinmiyor.

Başbakanın ve kurmaylarının gözlerden ırak örgüt toplantılarında ‘Yeter söz milletindir’ sloganıyla tabana verdikleri radikal dönüşüm mesajlarının ya da kendilerini destekleyen neo-liberallerin elini güçlendirmek için suya tirit mevzularda yaptıkları demokrasi vurgusunun, gündemin hayat memat meselelerinde esamesi bile okunmuyor. Kürt sorununda tutumları, askeri kanata ve diğer şahinlere rahatlıkla taş çıkartır. Vekilimiz Ufuk Uras’ın darbe planlayanların yanında bizzat darbe suçuna iştirak etmiş isimlerin de yargılanması talebiyle Meclise verdiği araştırma önergesini elinin tersiyle iten yine kendileri.

Kısacası iki ayrı taraf olarak niteledikleriniz aynı kaptan yiyorlar…

Hal böyleyken, solun eleştirilerini ve alternatif yol önerilerini, ‘Elitlerin seksen küsur yıllık tahakkümünü kırmaya soyunmuş bir iktidara karşı Ortodoks refleksler’ olarak itham etmenin ve simetri tartışmalarını gündeme getirmenin büyük bir haksızlık, daha ötesi, kurnazlık olduğu çok açık değil mi?

Aynı kurnazlık yine iş başında. Güne üçüncü yola karşı ‘Üç Kulfi bir Elham’ okuyarak başladığından şüphe etmediğim Yıldıray Oğur, Deniz Feneri skandalı üzerine kılıçları çeken AKP ve Doğan grubu arasındaki kavgaya dair yazısında bakınız neler söylüyor:

“İşte o manşetin asıl şimdi tam sırasıydı. Yiyin birbirinizi.”

Peki ya, özünde doğru bir zemine sahip olmasına rağmen, siyasal iktidarla darbeciler arasındaki kör dövüşünde bir cankurtaran simidi olarak sarılıp heba ettiğiniz simetri sorunsalına ne oldu?

Başbakanın ve hükümete yakın siyasal İslamcıların adının karıştığı bir skandalı haberleştirdiği için alenen tehdit edilen bir basın grubuyla, yasaları ve demokrasinin ana teamüllerini hiçe sayıp, iktidarının kadife eldivenli demir elini ‘hatırlatan’ başbakana eşit mesafede durmak ne derece ahlakidir; bu tutum demokratlıkla bağdaşır mı?

Hadi, Başbakanın iddiaları dışında hiçbir somut delil olmamasına rağmen, söz konusu medya grubu hakkındaki iddiaların doğru olduğunu kabul edelim. Çıkarları doğrultusunda da olsa hükümet aleyhinde sağlam delillere dayanan bir haber yapan bir basın kuruluşunun edimiyle, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın tehdit ve şantaja başvurması aynı ehemmiyette tehditler midir?

Yo yo, gerçi uzun uzun açıkladım ama yine de söyleyeyim, sakın yanlış anlamayın. Bugünkü yanlışınızı gösterip eski ‘yanlışımı’ gerekçelendirmeye falan çalışmıyorum. Bilakis, bir türlü eskimeyen malum tartışmada anlamamakta ısrar ettiğiniz nüansları, belki bugünkü tutumunuzun yanlışlığından çıkaracağınız dersle daha iyi anlarsınız diye tüm çabam; kim bilir belki durup şu simetri mevzunu bir kere daha düşünürsünüz.

Zira başbakanın geçmiş dönemlerde de şahit olduğumuz üzere basın üzerinde tahakküm kurma planının bir örneği olan son çıkışının yanında Doğan grubunun yanında ‘taraf’ olmakta tereddüt bile etmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Ama tıpkı Ergenekon sürecinde olduğu gibi holiganlık boyutunda değil taraftarlığım. Doğan grubunun şaibeli akçeli ilişkilerine dair iddiaları da unutmuş değilim elbette. Ki bu iddiaları geçmişte hemen hemen her yazımda ele aldım, alıyoruz.

Uluslararası Basın Enstitüsü’nü bile ‘Sen kim oluyorsun da bana ültimatom veriyorsun ulen’ diye azarlamaktan çekinmeyen demokrat başbakanınızın ‘Bundan sonra Doğan grubu da her yurttaş gibi eşit muamele görecektir!” sözlerini bir gazeteci olarak basın adına üstüme alınıyorum. Çünkü başbakanın yurttaşlarına ‘eşit muamelesini’ bir gören bilir bir de Tanrı.

***

MEDYAZADE

Yenilenmeliyiz, çağa ayak uydurmalıyız. Örneğin Ramazan gelince gazetelerin iftar menüsü yayınlamaları türünden klişeleşmiş yöntemler artık terk edilmeli. Vakit bu konuda örnek bir adım attı. 11 ay süren hedef gösterme ve provokasyon haberciliğine, Ramazan münasebetiyle yeni bir boyut kattı. İşte size Vakit’in ramazan özel tahrik menülerinden bir demet. İbret olsun:

Ramazan 1. Gün: “Ramazan’da neler yapmalıyız: Bünyesinde mescid olmayan ve alkol satan alışveriş merkezlerinden alışveriş yapmayın!”

2.Gün:“Cami karşıtlıkları tescillenen ve dindarlara takındıkları kindar tavırla tanınan ‘sol’ kesime ait belediyeler, ramazan’ın gelmesiyle yine hazımsızlıklarını gün yüzüne çıkardılar.”

3.Gün:“Müslüman mum dikmez. CHP’li Kılıçdaroğlu Munzur’da mum dikip dilek tuttu!”

9.Gün: “Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker milletin gözü önünde su içti. 10. Cumhurbaşkanı A.N. Sezer de 2003 Ramazanında aynısını yapmıştı!”

10.Gün: “Mübarek Cuma günü içki Eylemi. Moda’daki ayyaşbaşı komünist çıktı!

14.Gün: “Serdar Turgut Ramazan’a aldırmadan köşesinde nasıl viski içtiğini anlattı, şarabın faydalarından bahsetti!”

Konunun muhatabı tahrik ehli meczuplara saygılarımızla arz ederiz.

***

...Diyor ki: “Kameralar önünde şehit annelerinin elini öpen, Var Mısın Yok musun’da toplanan paraları bizzat Genel Kurmay’a teslim eden Fatih Hoca’nın reklama ihtiyacı yok.”        

Ertem Şener. Futbolig/ Star.

Şener programında, Ulusal takımı babasının malı sayıp maçlarda meslektaşlarına tüküren, tekmeler savuran, gazetecilere küfreden Mussolini imitasyonu Fatih Terim’i kutsuyor. Ama verdiği örnek pek yerine oturmamış değil mi?