Bakan, gören, yürüyen

Özgür Bozdoğan

Salgın, pek çok alanda yıkıcı etkisini artırarak sürdürüyor. Salgınla birlikte eğitim alanında yaşanmakta olan sorunlar ve eşitsizlikler artık tahammül edilemez bir noktaya geldi. Yaşanmakta olan sorunlara bir de karar alıcıların eğitim alanını yönetememesi eklendiğinde ortaya oldukça vahim bir tablo çıkıyor.

Muktedirler, eğitim hakkı ve sağlık hakkının aralarında ilişki olmadığına ve bu iki hakkın mutlaka birbirlerinden ayrı gerçekleşmesi gerektiğine inanmamızı istemektedir. Biz ise bu iki hakkı birlikte ve aynı anda talep etmekteyiz.


“Bakan değil gören olacağım” diyen Milli Eğitim Bakanı 1 Şubat 2021 tarihinde, yine bir kabine toplantısı sonrasında yapılan ; “ 1 Mart tarihinde ilkokullarda, 8. ve 12.sınıflarda (bu kapsama daha sonra meslek liselerinin uygulama dersleri eklendi) yüz yüze eğitime geçileceği” açıklamasının ardından sürekli olarak kamuoyunu MEB’in her olasılığa hazır olduğuna ikna etmeye çalıştı. 1 Şubat ile 28 Şubat arasında kamuoyunu en fazla meşgul eden tartışma ise okullarda, aşamalı ve seyreltilmiş olsa dahi, yüz yüze eğitime nasıl başlanacağıydı. Vaka sayıları hala çok yüksekken, okullar fiziki olarak hazırlanmamışken, eğitim emekçileri aşılanmadan ve alınacak önlemler için gerekli kaynak sağlanmadan yüz yüze eğitime başlanmaması gerektiği sürekli olarak bilim insanları ve ilgili kesimlerin temsilcileri tarafından ifade edildi. Salgının hala devam ettiği koşullarda, liselerde yüz yüze sınav yapma ısrarı ise gerçekten tartışmanın en can alıcı noktasıydı. Bütün bu tartışma boyunca Milli Eğitim Bakanı MEB’in hazırlıklı olduğunu ve kaygı edecek bir durum olmadığını ifade etmeye devam etti. 1 Mart öncesindeki hafta sonu ise birden her şey değişmeye başladı. “Milli Eğitim Bakanının değişiklikten haberi var mı, yok mu?” sorusuna bir yanıt belki veremeyiz. Ancak, 27-28 Şubat tarihlerinde katıldığı programlarda yaptığı açıklamalardan yola çıkarsak, açıklanan bazı kararların sonradan bilgisi olmuş olabileceği sonucunu çıkarabiliriz. Özellikle, düşük ve orta riskli illerde, ortaokullar ve liselerin tüm sınıf seviyelerinde yüz yüze eğitime başlayacak olmasını biz Milli Eğitim Bakanından hiç işitmedik. Üstelikte MEB’in ilgili genel müdürlüklerinin, yapılacak hazırlıklarla ilgili, illere gönderdikleri yazılarda böylesi bir durumun planlama içerisinde olmadığını da bilmekteyiz. Eğer bu karar, Pazartesi günü kabinede gündeme geldi ve orada kararlaştırıldı ise durum daha da vahim demektir. Milyonlarca öğrenci ve yüz binlerce öğretmeni ilgilendiren böylesi bir karar, tüm olasılıklar düşünülmeden, gerekli önlemler alınmadan ve ihtiyaç duyulan hazırlıklar yapılmadan alınamaz, alınmamalı. Durum bu değil ve bu karar önceden konuşuldu ve planlandı ise, bu da süreç yönetimi açısından gerçekten oldukça sorunlu demektir. Milli Eğitim Bakanının ve bakanlık bürokrasisinin bu karardan haberleri varsa mutlaka illerdeki ve okullardaki eğitim yöneticilerini ve öğretmenleri gerekli hazırlıkları yapmaları için bilgilendirmeleri gerekirdi. Böylesi bir bilgilendirmenin yapılmamasını, hazırlık için gerekli sürenin bulunmamasını ve en önemlisi yüz yüze eğitime geçiş için gerekli koşulların oluşturulmadan bu adımın atılmış olmasını anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Ortaokullar ve liselerde tüm kademelerde yüz yüze eğitime geçilmesi kararının arkasında özel okulların talepleri ve gereksinimlerinin karşılanması için yürüttükleri faaliyet olduğu görülüyor. Gerekli hazırlıklar yapılmadan, aşamaları planlanmadan bu kapsamda bir adımın atılmış olmasının MEB bürokrasisi içerisinde de bir şaşkınlık yarattığı kesin. Bu karar kamusal bir fayda, öğrencilerin üstün yararına katkı sunar mı?

Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak, atılan bu adımın eğitim emekçileri ve öğrencilerin sağlığı açısından kritik bir dönemin yaşanmasına neden olacağı açık. Milli Eğitim Bakanı, eğer bu karardan haberi yoksa, çıkıp açıkça bunu kamuoyunu ifade edebilir. Tüm bu yaşananlar sırasında kimileri sadece baktı, kimileri gördü ama birileri de ısrarla eğitim emekçilerini mücadeleye, ayağa kalkmaya ve yürümeye davet etti. “Bakmak ve görmek yaşamı değiştirmeye yetmiyor, yürümek gerekli” diyenler değiştirme iradesini taşıyanlardı. Eğitim emekçilerinin 113 yıllık yürüyüşünü bugün tüm güçlüklere rağmen sürdürmek artık sadece kendi haklarımız için değil, aynı zamanda öğrencilerimizin hakları için yürümek demektir. Sadece bakan, veya sadece gören değil yürüyen ve değiştiren olmak bugün eğitim emekçilerinin tarihsel sorumluluğu haline gelmiştir. Bir yol ayrımındayız; ya aynı işi yapacak, ezberlediğimiz faaliyetleri tekrar edecek ve aynı sonucu almaktan kaynaklı umudumuzu yitireceğiz, ya da yeni bir yol bulup, yarına yürüyeceğiz. Şimdi tam zamanıdır. Eğitim emekçilerinin ve öğrencilerimizin hakları için geç olmadan bu sesi çoğaltmak gerekir. Bir ses büyüyerek geliyor. Bu ses yürüyen öğretmenin, eğitimcinin, eğitim emekçisinin ayak sesidir.