Bizim yönetim sistemimizin en önemli kavramlarından olan “bakan”a hep mesafeli oldum. “Bakan” ama “görmeyen”ler görenlerden çok daha fazla olduğu için.

Son günlerde iki bakan, biri eski gerçi, tartışmaların merkezine oturdu. Bir üçüncüsü de var ama o bu yazının konusu değil.

Halen bakanlığı sürdüren bakan, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, pandeminin ilk günlerinde sadece “bakan” değil aynı zamanda “gören” de olduğu algısı yaratmış ve popülaritesi en popüler siyasinin de önüne geçmişti.

Ne yalan söyleyeyim, geçen gün Bilim Kurulu toplantısı sonrası konuşmasını izlerken onun adına üzüldüm, onun yerine acı çektim.

Şimdi, halen bakan olan Koca ile artık bakan olmayan ve pürdikkat bakanların da aylardır göremediği damat bakan Berat Albayrak’ın başı sorularla dertte.

Koca; “Bedavaya gelen 1 milyon doz aşıya para ödediniz mi?”, “Millete aman kalabalıklardan uzak durun derken, kalabalık parti kongrelerine ne diyorsunuz?” sorularıyla boğuşuyor.

Allah için, ikinci sorunun kendisi ve cenaze kalabalığı ile ilgili kısmına açıkça özür dileyerek yanıt verdi. Bu memlekette en son hangi bakan ne için özür dilemişti, hiç özür dileyen bakan olmuş muydu diye düşününce, Koca’yı içtenlikle kutluyorum.

Birinci soruya da “belgeli” bir cevap vermiş olmanın rahatlığı içinde ama, “İşte bu İngilizcesi, bu da Türkçesi” diye ekrana gösterdiği iki kağıdın hangisi İngilizce hangisi Türkçe ben göremedim. Belgede yazanın ne anlamada geldiğini da anlamadım: Sinovac, “Bedavaya verdik ama parasını aldık” demiş! Sinovac’ın rüşvetli müşvetli mahkeme kayıtlarına geçmiş şöhretini de anımsayınca, oradan gelen “belge”nin üstüne de epey gölge düşüyor zaten.

Neyse, benim Koca adına üzüldüğüm, ikinci sorunun AKP kongreleriyle ilgili kısmıydı!

Ikındı sıkındı bakan, yüzüne zoraki bir gülümseme ifadesi koymaya çalıştı, terledi biraz. Ya da onun adına ben bunları hissettim. Sonra; kalabalıklardan kaçınmak lazım, baştan beri bunu söylüyoruz, şimdi de hatırlatıyorum anlamında bir şeyler söyledi ve “Daha fazlasını söylersem, fazla olur!” dedi.

Anladınız siz onu!

Önce tutulup sonra atılan, şimdi yine tutulmaya çalışılan eski bakan Albayrak’a ne demeli?

Bir gün kameraların karşısında “Ne oldu bu 128 milyar dolara?” diye sorarlarsa, o da kendi adına özür mü diler, yoksa “Daha fazlasını söylersem fazla olur!” diye başka adresler mi işaret eder?

Hele bir sağ salim çıksın da ortaya, bir de canlı yayında falan ona böyle sorular sorabilecek gazeteci çıkarsa, görürüz ne yapacağını.

Bu arada, o gidince düşmeye başlayan dolar falan gelebileceğini duyunca tekrar çıkmaya başladı.

“128 milyar nereye gitti?” sorusuna, o değilse bile, onu sahiplenenler cevap vermeye çalışıyor birkaç gündür. “Kayıp” ya da “buharlaştı” demeseler de, “gitti”ğini kabul ediyorlar. “Gitti ama neden gitti, bi onu sor” havasında. Cevap da geliyor ardından: “Salgın bahanesiyle yeni bir finansal dalgalanma oluşturmak isteyenlere, elimizdeki tüm araçları kullanarak fırsat vermedik.”

Ekonomi, döviz falan uzmanlık gerektiren konular. Benim gibi bu işten anlamayanları kandırmak kolay. Geçen gün ne olduğunu anlayabilmek için, bilenlere; Cumhuriyet’ten Erdal Sağlam’a ve konunun uzmanlarından CHP’li Aykut Erdoğdu’ya sordum.
Anladığım şu; yanlış ekonomi politikalarıyla yakınlar zengin edilirken memleket yoksullaştı, borçlandı.

Peki, ya çıkış? O da net, şu politikanın yerine bu politikayı, şu bakan yerine bu bakanı koyarak düze çıkamayacağız. Şeffaflık ve demokratikleşme olmadan, tek adama değil halka hesap verilen bir sistem gelmeden bırakın memleketi, Albayrak’ı bilmem ama Bakan Koca’nın bile rahatlaması mümkün değil.