Hangimiz tüm dünyayı açık ve seçik kavrayabildik? Bir şeyler oluyor, ne olup bittiğini anlamaya çalışırken aynı anda diğerleri de oluyor ve olaylar üst üste biniyor, eşzamanlı olaylar silsilesi. Beckett’in kahramanları gibi, her şey karmaşık ve bulanık; dünyanın uğultusuna gömülü halde yaşıyoruz. Fakat yine de her birimizin dünyanın küçük bir kısmını açık seçik algılayabildiği bir açıklığı, penceresi var. Kadraja girenler, aralarındaki ilişkiler, mülk edindiklerimiz anlam dünyamızı oluşturuyor. Kadrajın dışında nelerin olduğunu, hayatlarımıza dair alınan kararları bilemiyoruz. Ve ancak açıklıktan aldıklarımızla dünyayı ve kendimizi ifade edebiliyoruz. Kadrajın dışı ise sadece bir uğultu olarak kalıyor. Leibniz bu açıklığa bakış açısı diyecektir.

Leibniz’in felsefesinde bireyler bütün dünyayı karanlık ve belirsiz, karmaşık bir şekilde ifade etseler de her bireyin açık ve seçik bir şekilde ifade ettiği dünyanın küçük bir parçası var. Her öznenin açık ve belirgin şekilde ifade ettiği dünya parçası, başka özneler tarafından karanlık ve belirsiz bir biçimde ifade edilmektedir. O yüzden bir bireyin dünyayı ifade etme tarzı, bir başkasıyla örtüşmez. Leibniz bunu şehir metaforuyla açıklar: “Aynı şehrin farklı yakalardan bambaşka görünmesi ve adeta bir perspektifler çokluğu barındırması gibi… sanki bir o kadar farklı evren varmış gibi; ama aslında bunlar, her monadın kendi görüş noktalarından algıladığı tek bir evrenin farklı perspektifleridir” (Monadoloji, Pinhan). Leibniz’in dünyasında ne dışarısı ne de monadlar (bireyler) arasında iletişim vardır; bireyler hareket edemez.

Oysa bir dışarısı var ve bireyler hücrelerinden çıkıp dışarıda birbirleriyle pekâlâ konuşabilirlerdi. Leibniz’in dünyasından çıkmaya ne dersiniz? Dışarıda bir araya gelebilir, farklı perspektiflerimizi birbirlerine teyelleyebilir, bütüne ya da hakikate dair resmi panoramalar halinde genişletebiliriz. Hatta daha da öteye geçebilir, hareket bile edebiliriz ve durduğumuz noktayı terk edip bakış açılarımızı sürekli değiştirebilir, bütünü her açıdan görebilmek için eğilip bükülebiliriz. Ve işte o zaman dünya kıvrımlarını bize olabildiğince açacaktır. Aksi halde Beckett’in kahramanlarından farkımız kalmaz: “Dünyanın enkazlarıdır onlar… Dünyanın büyük gürültü patırtısınca sarılmış… gizlendikleri çöp kutularının içinde ne kadar acınacak olurlarsa olsunlar, kendilerine ait küçük bir bölgeleri vardır… Büyük Molloy’un malım mülküm dediği şey… Artık hareket etmiyordur; küçük bir kancası vardır ve çok çok bir metrelik bir yarıçap içinde kancasıyla bir şeyleri, malını mülkünü çekip almaktadır” (Deleuze, Leibniz Üzerine Beş Ders, Kabalcı). Mülk edindikleriyle dünyayı ve kendini ifade eder. Peki biz mi bakış açısını mülk ediniyoruz yoksa bakış açısı mı bizi mülk ediniyor?

Leibniz’i yorumlarken Deleuze, öznenin önceden var olmadığını, bakış açısı tarafından inşa edildiğini söylüyor. Bakış açısına yerleşen ya da bakış açısı tarafından ele geçirilen her kimse özneye dönüşüyor: “Kendi bakış açısı bile diyemem… dersem o zaman bakış açısını önceden var olan bir özneye bağlı kılmış olurum, oysa tersi doğrudur.” Demek ki ancak bir görüş noktasına yerleştiğimiz zaman özneye dönüşebiliyoruz. Toplumu ve öznelerini inşa etmek istiyorsanız, önce görüş noktalarını belirleyin ve bireyleri bu görüş noktalarına yerleştirin. Gerisi kolay, özneler yerleştirildikleri bakış açılarına göre inşa edilecek ve ne göstereceksiniz onu görecekler. Gördüklerini istediğiniz gibi manipüle edebilir ve öznelerin içeriğini isteğe bağlı olarak değiştirebilirsiniz. Ekranların karşısında inşa edilmiş öznelerin durumu budur. Onlar, Beckett’in kahramanı Molloy gibi, oturdukları yerden küçük kancalarıyla mallarını ve mülklerini ekrandan çekip alır, malları ve mülkleriyle kendilerini ve dünyayı yorumlarlar. Ve “dünyada neler oluyor?” diye sorsanız, engin bilgilerinin altında kendinizi ezilmiş hissedebilirsiniz.

Bakış açısı deyip geçmeyin, asla masum değildir; bireyi ele geçirir ve içeriğini belirler. Fakat sorsanız, size özgür olduğunu ve özgür iradesiyle davrandığını söyleyecektir. Cinayetleri, katliamları, soykırımları üreten, bakış açıları tarafından ele geçirilmiş öznelerdir. Faşist, bakış açısının eseridir.