Daha nice hisseden, özleyen, umut eden insan. Çağıl çağıl. Bulanmadan, tahrik olmayı marifet sanan bakıp da görmeyen görüp de duymayanların yanı başında çekinmeden gelen davetle birleştik

Bakmak, görmek... Görerek Yürümek!

ZEYNEP ALTIOK
CHP Genel Başkan Yardımcısı / İzmir Milletvekili

“Kimi ölüler bize ne kadar yakın
Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü.”*

Bazen kalabalıklarla, bazen yalnız yürüdüm.

Bazen neşeyle, bazen hüzünle. Eski dostlarla yürüdüm, yenileriyle tanıştım.

Binlerce insan tek yürek... Her yaştan, ülkenin dört bucağından insanlar...

İnançla kenetlenmiş, birbirini kollayan, el veren, yoldaşlık eden tarifsiz çağıl çağıl bir kalabalık...

Ankara’dan yola çıktık, tam 23 günün sonunda bugün öğle saatlerinde İstanbul’a girdik.

Öyle bir coşkuyla. Tanımsız duygularla. Yürüyerek!

Ölmüşlerimizle de yürüdük, onların sesini, soluğunu sırtlamış gelenlerle de. 2 Temmuz, 45 derece sıcakla kor gibi düştü yürüyüşün ortasına. O gün yürüdükçe yol kenarında bekleyenlerle selamlaştık. Söylemeden anlaştık. Bakışlarımız çok şey anlattı. Birbirimizi gördük. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu fotoğrafları ile ‘Maraş ve Sivas için adalet’ yazılı pankartlar tutan bir grubun yanından geçerken doldu gözlerim o gün ilk. Mola yerinde bir çam ağacına iliştirilmiş Sivas yazılı bir pankart öyle sahipsiz karşıladı beni. Zaman zaman rampa aşağı bakınca sıcağın asfalttan kalkan buğusunun ardından akıl almaz bir kalabalık görünüyordu. Babamın deyişiyle ‹yüreğim balık gibi oynadı› yürürken. O sabah genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’yla yan yana başladım yürümeye. Bir koca kalabalık Sivas’taydık her yıl olduğu gibi. Bir koca kalabalık da İstanbul yolunda. Önemliydi benim için yürümek o gün. 24 yıllık adaletsizliğin ardından onca mücadelenin ilk kez umutla kabararak adalete yaklaşabileceğini hissederek yürüdüm. Bir üst geçitten başımıza gül yaprakları yağarken yeniden doldu gözlerim. Güllerin kokusu gözlerimi kapadıkça duyuluyor gibi yeniden. Fotoğrafımız çekilmiş o sırada kalbim o kadar acırken yüzümde kocaman bir gülümseme var. Hem de sahici bir gülümseme. ellerimi kaldırmışım gül yaraklarına dokunmak için. Kucaklaşmak ister gibi. Aynı günün akşamı biz yürüdükçe azalıyor gibi gelen kötülük, Özgür Mumcu’nun 40 derece sıcakta yürüyen bir genel başkanla 1000 odalı sarayda klima altında yürüyenlere söven bir diğer parti başkanını kıyaslayan tweetinin altına Uğur Mumcu’nun patlatılmış otomobilinin resmini koyarak “baban da sıcağı severdi” yazdı. Sonra gelen tepkiler sonucu hesap kapandı. Bizleri öldüren şiddet elitlerinin alışılmış kötülüğünü eriten bir iyilik yerleşti günün sonuna. O zaman düştü Uğur Mumcu’nun sözü aklıma. Kefen giymiş yaşayan ölülerin kötülüğe yatkın, kötüye kalkan olan arsız, fütursuz saldırganlığının ardındaki korkaklık kaldı günden geriye. Yürümeye devam ettik biz, yol kenarlarında protesto edenlere el salladık, alkışladık ve destek olanlarla büyüdük.

Bugün Fadime anamız geldi. Dizinden ameliyat olmuştu yeni. Günlerdir ‘beni de götürün’ diyormuş. Kemal Bey'e eşlik etsin diye kortejin az önüne geçtik, beklemeye başladık. Elinde bastonla yolun ortasında karşıladı Genel Başkan'ımızı. Can yoldaşlarım Canan Kaftancıoğlu ve Meryem Göktepe’yle fazla yürüyemezsin, dizin ağrır dedik. Kalabalık dedik. Hızlı gidiyorlar yetişemeyiz dedik. Dinletemedik. Önce Kemal beyin yanıbaşında sonra kalabalıkla yürüdü. Daha yürüyeceğim dedi. ‘Adalet için, gazeteciler için, işçiler için, Suruç için, çocuklarımız için, Ankara için, Diyarbakır için geldim’ dedi. Metin de bizimle yürür gibi yakındaydı… 23 gün boyunca yaşayan ölüleri uyandırarak çoğalarak geldik İstanbul’a. Sağır olmuş kulaklara seslendik, bakıp de görmeyen gözlere inat görenler bir olduk, diri olduk.

Bir ara bir rampada rastladım ona. Hüseyin amca. Sağa sola meyil ediyor ve bana göre yavaş yürüyordu. Hafif sıkışıklıkta sabırsızlandım, geçivereyim istedim. Tam o sırada gördüm elindeki bastonu sağa sola yoklaya yoklaya yürüdüğünü. Gözleri görmüyordu. Sağımız derince bir şarampol. Düşüverecek diye aklım çıktı. Biraz sohbet ettim. Tek başınaymış. Günlerdir yürüyormuş. “Düşmem ben sen korkma dedi, Hem düşsem ne olur, kaldırırlar…” Yaşamın içinde kimi zaman zorlanıp düşen beni kaldırdı Hüseyin amca o an. Babamın şimdilerde Aliağa’da yaşayan Bingöl Lisesi’nden öğrencisi Ali Şahinoğlu ile partimizde buluştuğumuzda bir anısını anlatmıştı. Babam bir dersin sonunda ceketi ile gömleğini boğazına kadar örterek “Çocuklar kravatım ne renk?” diye sormuş. Herkes bir renk söylemiş, yeşil diyen var, kırmızı diyen, siyah diyen, çizgili diyen... Önünü açtığında bir bakmışlar kravat yok. Çocuklar demiş, "Bazen bakarsınız ama görmeden! Görmek önemlidir." Hüseyin amca gözlerindeki perdenin ötesinde büyük bir dünya görüyor belli ki.

Yağmurun en sağanak indiği anlardan biriydi. Kesk brandasının önünde iki küçük kız dikkatimi çekti. “Ellerinde pankartlar, yürüyor bu çocuklar." Araları bir iki yaş vardır. Abla kardeş olmalıydılar. Birinin elinde Nuriye’nin birinin elinde Semih’in fotoğrafı 10 km kadar kâh biz önde kâh onlar eşlik ettik birbirimize. İleride Hıdır Aydur’un Ankara’dan bu yana hiç indirmeden başının üzerinde tuttuğu “Nuriye ve Semih yalnız değildir” yazılı sarı karton hayal meyal seçiliyordu.

Daha nice hisseden, özleyen, umut eden insan. Çağıl çağıl. Bulanmadan, tahrik olmayı marifet sanan bakıp de görmeyen görüp de duymayanların yanı başında çekinmeden gelen davetle birleştik. Kocaeli’nde akşam kamp yerinde ıslananları evine davet etmek için yazdığı kağıtla kampı dolaşan mahalle sakinleriyle içimiz ısınarak, bir iş yerinin çatısında rabia işareti yapanın tam yanında zafer işareti yapıp 'boş verin' dercesine gülümseyerek el sallayanlarla yoldaşlık ederek yürümeye devam ettik. Daha yolun başında kaybettiğimiz Hüseyin Tatlı’nın cenazesinden gelirken araç bulamadığı için yürüyerek sırtında uyku tulumu ve adalet pankartıyla korteje yetişmeye çalışan Gazi abi ile her gün bir fotoğraf çekerek, yol kenarında korteji iki çocuğu ile izlerken mutluluktan ağlayan adaşım Zeynep’le sımsıkı sarılarak vardık İstanbul’a. Gençleşerek, arınarak...

Artık kimi yaşayanları da uyandırarak vardığımız İstanbul bizim için adaletin nabzının attığı yer olacak. 9 Temmuz günü Maltepe’den sesleneceğiz. İyiliğe, güzelliğe, kardeşliğe, barışa el vereceğiz.

*Uğur Mumcu