Bu 31.01.1996 tarihinde Siyah Beyaz gazetesinde yazdığım köşenin başlığı. Şimdi de onu aktaracağım. 21 Mayıs 1864’te, Çarlık Rusyası’nın “Ya itaat ya ölüm” diyerek uyguladığı sürgün ve soykırımda yaşamını yitiren Çerkeslere bir saygı duruşu olsun, Karadeniz’in gerçekten “kara” olduğu ve “deniz gibi kan akıtılan” o sürgün unutulmasın diye.

Çerkeslerin balık yemediğini, ilk kez 1996’da, Dikmen Halkevi’nde birlikte katıldığımız “Çerkesler ve Sol” söyleşisinde Kafkas Derneği Genel Sekreteri Cevat Bageoğlu’ndan duyduğumda sarsılmış ve birlikte yaşadığımız bir halkın trajedisi hakkındaki cehaletimden utanç duymuştum.

Siz hiç balık yemeyen bir halk tanıyor musunuz? Birkaç gün önce bu soruya yanıtım ‘Hayır’ olurdu. Oysa … Çerkesler balık yemezmiş. Şeyh Şamil isyanı bastırılınca, Batı Kafkasya halkının yüzde 90’ı Osmanlı topraklarına sürüldüler. Hayvan taşımakta kullanılan Osmanlı ve Rus gemileri, tıka basa ‘yükledikleri’ Adige ve Abhazları Karadeniz’in karşı yakasına taşıdılar. Çarlık Rusyası’nın askerleri, gidenler geri dönmesin diye, köylerini yaktı, yerle bir etti. Gemilere doluşan insanların ancak yüzde 50’si ulaşabildi menzile. Gemide ölenler Karadeniz’e bırakıldı. Balıklara yem oldular. İşte tarihin en trajik yolculuklarından biri olan bu sürgünden sonra, Çerkesler ağızlarına balık koymadılar. Karadeniz’e kıyısı olan Adige Cumhuriyeti’nde, Abhazya’da balıkçılık yapılmadı. Çerkesler, Karadeniz’in balıklarında o sulara bıraktıkları canlarını gördüler belki. Ve balık yemediler, yiyemediler…

Böyle giriş yaptığım yazıda, sonra sözü Bageoğlu’na bırakmıştım:

… 1864’te, Doğu Kafkasya’da Şeyh Şamil teslim oldu, Batı Kafkasya’da Muhammed Emin cephesi düştü. Bu, Kafkaslar için büyük yenilgi yılıydı. Çerkesler, 21 Mayıs 1864’ü her yıl anarlar. O tarihten itibaren 3 milyon civarında insanın Osmanlı topraklarına sürüldüğü tahmin ediliyor. Osmanlı topraklarına ulaşanlar, bir iskân politikası çerçevesinde Anadolu’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da yerleştirildiler. Savaşçı bir halk olan Çerkesler doğal asker olarak görüldü. İlk gelenler Balkanlar’a yerleştirildiler. Müslüman Boşnaklarla Sırplar arasında bir hat oluşturdular. … Çerkesler burada da Sırplarla savaşmaya başladılar. Ruslar tepki gösterince Balkanlar’da iskân sona erdi.

Çerkesler, Anadoluda 800-900 köy çevresinde iskâna tabi tutuldular. … Anadoluyu aşağı yukarı ortadan bölen bir çizgi üzerinde; Samsun, Tokat, Sivas, Kayseri, Maraş ve Hatay üzerinden Suriyeye uzanan ve orada devam eden bir çizgi üzerinde iskân edildiler. Bu hat üzerinde 300ün üzerinde Çerkes köyü var. Bu insanlar minnet duyguları ile Saraya bağlı idiler, hazır askerdiler. Bu hat ile, Saray onları Kürt ve Türk, Alevi ve Sünni nüfus arasında bir tampon bölgeye yerleştirmiş oldu.

O gün Bageoğlu’ndan diğer iskân bölgelerini, iskânın arkasındaki siyasi aklı, Kurtuluş Savaşı’nda Çerkes Ethem’i, onun bastırdığı ama Çerkes olduğu söylenmeyen Anzavur’u, 60 Anayasası’nın kabulüyle örgütlenmelerin başladığını, Türkiye’ye minnet duygularıyla dolu ve Türkiyeli olmuş Çerkeslerin anayurt özleminin hiç bitmediğini dinlemiştim.

Türkiyeli olan Çerkesler, Türkiye’nin genel siyasi resmini yansıttılar hep” demiş, “Türkiye’nin yüzde 80’i merkez sağa oy vermişse, Çerkeslerin de yüzde 80’i merkez sağa oy vermiş, Türkiye’nin yüzde 1’i radikal sola oy vermişse, Çerkeslerin yüzde 1’i de öyle yapmıştır” diye eklemiş ve sağ bir blok olarak gösterilmelerinin yanlışlığını anlatmıştı.

Çerkesler hakkında öğreneceğim çok şey var, kesin. Ama şimdi bir acının önünde eğilme ve 21 Mayıs 1864’ü hatırlama zamanı.