Balıkların duyulmayan sesi

Vecdi ÇIRACIOĞLU
‘Afalanın Yüreği’ adlı ilk romanıyla edebyat dünyasına ‘merhaba’ diyen Sonay Özdemir ile ilk kitabını ve dünyaya bakışını konuştuk.
Kitaplar hayatınıza nasıl girdi, ‘okur’ olmaktan ‘yazar’ olmaya giden yol nasıl başladı? Mesleğinizin yazma edimine katkısı var mı?
Kitaplığı olan bir evde doğdum. Türkiye’de yirmi milyon hane var. Merak ederim, kaç evde kitaplık var. Bu açıdan kendimi şanslı hissediyorum. Çocukken evde Fakir Baykurt, Yaşar Kemal okunurdu. Etrafımda okumayı seven teyzeler, abiler vardı. Babam bir köyde öğretmedi. O zamanlar Köyün Çocuğun Yayınları diye bir yayınevi vardı ve o kitaplar sayesinde ben de kitaplarla tanıştım. Bir de haftada bir gün babam ilçeye iner, bize Milliyet Çocuk dergisi alırdı. İçinde çok güzel çizgi romanlar, hikâyeler olurdu. Dergiyi hemen okur, öbür haftaki sayıyı beklemeye başlardım. Sonra babamın tayini ilçede daha büyük bir okula çıktı. Okulun muhteşem bir kütüphanesi vardı. Orası benim için bir vahaydı.
‘Afalanın Yüreği’ bir ilk roman. Yazarken ilk olmanın zorluklarını yaşadınız mı? İlk kitap hem yazar hem yayınevi açısından soru işaretleriyle dolu, heyecanlı bir başlangıçtır. Süreç nasıl ilerledi?
Hep bir şeyler yazıyordum, yayınlanacak diye yazmıyordum. Kendim için, yakın arkadaşlarım için yazıyordum. Küçük hikâyeler, beni çok etkileyen anları yazıyordum. Daha çok hayvan hikâyeleri yazıyordum. Hayvanların ve insanların ortak yönleri, ayrılıkları ile ilgili. Adresi belli olmayan yazılardı. Bu roman aslında o hikâyelerden birinden doğdu. Roman yazmak aklımda yoktu. Ateş alan aşk gibi romana dönüşüverdi.
Kitabınızdan bahsedebilir misiniz?
Masalları seviyorum. Roman, sahil kenarında bir köyde geçiyor. Oradaki insanların denizle ilişkileri, geçim zorluğu, arada kalmışlıkları, birbirleriyle ve kendi ile olan çatışmaları var. O köyde hayata fazlasıyla katıldım. Orada balıkçılar hep bu masalların değişmiş hallerini anlatırdı. O masalların onların dilinden ve geçmişlerinden gelen halleri ‘Afalanın Yüreği’ni doğurdu.
Yazarken belli rutinler veya ritüeller var mı?
Önce defterlere yazıyorum. Kâğıt, kalemle olan ilişkiyi seviyorum. Sonra bilgisayara aktarıyorum. Aktarırken duygularla birlikte, sözcükler değişiyor, yerlerini başka sözcükler almaya başlıyor. Bazı günler beş, altı cümle ile bazı günler bir, iki sayfayla kalkıyorum masadan. Sürekli ilgilenmeniz gereken, ya da büyüttüğünüz bir canlı gibi. Metin orada da değişiyor. En sonunda ilk halinden uzaklaşmış, değişmiş, gelişmiş olgun bir canlıya dönüşüyor. Bazen zorlansam da vedalaşıyorum.
Kitabınızda deniz ve İstanbul Boğazı var. Denizle alıp veremediğiniz nedir?
Denizler, karalardan daha çok ilgimi çekiyor. Biz karada yaşayan canlılarken, deniz daha büyük bir dünya. Yüzmeyi sevmiyorum, ama deniz kenarında oturup denizi seyretmeyi, suya dalıp oradaki dünyayı izlemeyi, taşa, yosuna oradaki canlılara dokunmayı seviyorum. Yol beni götürürse denizi de yazarım.
Yeni dosyalarınız var mı?
Kaçaklar üzerine yazmayı seviyorum. Bu romanın merkezinde de aslında bir kaybolmuş var. İkici romanım da böyle bir şey. Defterden taşmaya başlamıştı, onu bilgisayar ortamına aktarıyorum. Sonra demlenmeye bırakacağım.
Sizi etkileyen yerel ve evrensel yazarlar var mı?
Üç Kemal’ler, Orhan Pamuk, Tanpınar. Evrensel yazarlar içinde başta Rus edebiyatı, ardından Marquez, Latin Amerika edebiyatı.
İlgi duyduğunuz konular neler? Yazım diliniz hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bu topraklarda anlatılacak o kadar çok hikâye var ki. Hep bir belirsizlik. Örneğin, hiçbir şeyi ön göremiyorsunuz, plan yapamıyorsunuz, çünkü tutmuyor. Daha önce bir söyleşide nihai adresi belli olmayan bir edebiyat yolcusuyum demiştim. Bunu yazarak ve okuyarak yapmaya çalışıyorum. Antik Yunan’da bir özdeyiş var. ‘Temet Nosce’, Kendini Tanı anlamına geliyor. Bu yolculukta kendimi tanımaya çalışıyorum.