İçinde yaşadığımız gerçekliğe kimileri “gösteri toplumu” diyor. Gösteri toplumunun en önemli özelliği canlı cansız herşeyin bir balon mantığı ile sahne alması

İçinde yaşadığımız gerçekliğe kimileri “gösteri toplumu” diyor. Gösteri toplumunun en önemli özelliği canlı cansız herşeyin bir balon mantığı ile sahne alması. Seyir toplumunun bir parçasıysan önce şişirilmeyi, zamanı gelince de söndürülmeyi kabullenmen gerekiyor.
Bu süreçte medya kurumları ana komprasörlerden biri olarak çalışıyor. Sanat dünyasından, akademiden, siyaset alanından isimler bir anda ortalıkta salınmaya başlıyor. Bazılarının görünme sıklığından şişirilmeye başlandıklarını anlıyorsunuz. Büyük bir bölümü bir süre ortada gezinip, görüşleriyle bizi aydınlattıktan sonra, yavaş yavaş sönen bir balon gibi ortadan kaybolurken, bazıları ortalık yerde birden patlayıveriyor. Sonuçta kaderleri bir balonun kaderi; ya sönüyor ya da patlıyor/patlatılıyorlar.
Seyir toplumunun bir ucunda piyasa değerleri, kâr güdüsü var. Yani balon bir hacim sorunu. Farklı kesimler ellerindeki malzemeyi piyasaya vermeden önce kendi çaplarında şişiriyor. Yediğimiz sebze, meyve kimyasallar kullanılarak, tavuklar antibiyotik verilerek şişiriliyor. Bedenleri, stratejik uzuvları şişirmek için kullanılan malzemeye silikon, bolca kullananlara nazire olsun diye minişler diyoruz.
Dahası, ekonomilerimiz balonlardan oluşuyor. Ekonomik büyüme balonun şişmesi, krizler patlamasına karşılık geliyor. Borsalar şişip tavan, patlayıp taban yapıyor. Ama patlarken çıkardığı sese bakılırsa, galiba en esaslı balon gayrimenkul ve konut piyasasında oluşuyor. 2009 yılında ABD’de patlayan konut balonu binlerce ailenin ocağını söndürmekle kalmayıp, balondan yayılan hava Yunanistan, Portekiz, İspanya’da milletin anasını ağlatmaya devam ediyor.
Niçin patlıyor bu balonlar? Dolaştırmadan söyleyelim; aşırı değerlenmeden. Aşırı değerlenme iki kriter üzerinden ölçülüyor. Birincisi şişirilenin, basılan havayla ulaştığı değerin, gerçek değeriyle ilişkinin kopması, hak ettiği değerinin çok üzerinde değer kazanması; ikincisi ise benzer piyasalarda sunulan diğer alternatiflerin ulaştığının çok üzerinde değere ulaşması durumu. İster kendi üzerinden, ister alternatifler üzerinden ölçün, sonuçta bir şey kaldıramayacağı düzeylerde şişirildiğinde patlaması kaçınılmaz hale geliyor.
Bu tür bir toplum modeli trajikomik bir duruma işaret etmiyor mu? Bir balonun şişkin halini, bir de patladıktan sonraki parçalanmış, pörsük halini düşünün. Ne var ki balona üfleyenler açısından durum daha az vahim değil. Artan kanser vakalarının gerisinde yediklerimizden aldığımız hormon ve kimyasalların payı ortada. Patlayan silikonların vücutları onmaz biçimde hasara uğrattığını biliyoruz. Patlayan konut balonunun söndürdüğü binlerce ocak var.
İşin garibi herkes durumun farkında, yani bile bile lades! Şekliyle sinir bozan domatesi yerken, eskiden “domatesler kokardı” denmesi boşuna değil. Tavuk yerken, “soğuk algınlığıma da iyi gelir” esprilerinin de, iri yarı-silikonlu kadınlara minişler denmesinin gerisinde de aynı farkındalık var!
Aynı farkındalıkla siyaset alanına da üfleniyor. Balonlar şiştikçe şişiyor. Gerçek değerinin çok üzerinde bir yerde fiyatlanıyor bazıları. Bazıları şiştikçe kendine daha fazla inanıyor. Fiyat yükseldikçe kendine güveni daha fazla geliyor. “% 50’nin üzerindeyiz, ilk turda işi bitireceğiz” diyor.
Hava verilip büyüdükçe ayakları yerden kesiliyor. Yükseldikçe yukarıdan bakıp, aşağılamaya devam ediyor.
Bir balon olduğunun, kaderinin bir balonun kaderi olduğunu farkında olmayan bir trajik kişilikle karşı karşıyayız artık.
Ya millet üflemekten vazgeçecek, sönecek, ya da üflemeye devam edecek, patlayıp gidecek!
Bu son, balonun fıtratında var!