Kuraldır: Başarılı darbenin failleri kahramandır, demokrasiyi filan kurtarmıştır; başarısız darbenin failleri haindir, demokrasi düşmanıdır.

Kuraldır: Başarılı darbenin failleri kahramandır, demokrasiyi filan kurtarmıştır; başarısız darbenin failleri haindir, demokrasi düşmanıdır. Peki yapılmamış darbenin şeyleri nedir? Yani olmamış darbenin direnişçileri?
Olmamış darbenin direnişi olmaz be kardeşim! Olmayacak darbeye de kahramanlık taslanmaz. Sizler hakikaten darbe karşıtıysanız, hele bir olmuş darbelerin hesabını sorun, ya da en azından daha yeni yaşanmış darbe gibi muhtıraların hesabını sorun.
Bakın işte ben de burada bir darbe girişimini, darbe muhtırasını ihbar ediyorum!
Ancak savcılar ve hâkimler benim ihbarımı ciddiye almazlar; çünkü 12 Eylül darbecilerinin açtırdığı bir davada halen yargılanmaktayım (ayıptır söylemesi geçen hafta 12 Eylül’de açılan davamızın tam otuzuncu yılındaki bilmem kaçıncı duruşmasına katıldım). Bu yüzden ihbarımı doğrudan Taraf gazetesine yapıyorum.
Üstelik bunun belgesini bana el altından vermediler. Yani gizli bir belgeyi filan ifşa etmiş olmuyorum. Hatta bunu yazarken “Yahu bu doğru değildir, bakın şu gazeteci henüz o sıralar siyasetle değil rakıyla balıkla uğraşıyordu, şu dernek daha kurulmamıştı” gibi kuşkulara yol açmayacağımdan da eminim. Çünkü bu belge internette hâlâ duruyor, henüz iki buçuk yıl önceki 27 Nisan e-muhtırasından söz ediyorum. Bakın orada yerine getirilecek hangi “görev” hatırlatılıyor:
“Türk Silahlı Kuvvetleri... gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır... Türk Silahlı Kuvvetleri, ...kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.  Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”
Evet, Taraf gazetesine ihbar ediyorum! Bu muhtıranın altında o dönemin şimdi emekli olmuş Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın imzası vardı ve o zaman Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral İlker Başbuğ da şimdiki Genelkurmay Başkanı... Ayrıca bir emekli Genelkurmay Başkanı daha vardı, adı Hilmi Özkök, “darbeleri önleyen paşa” diye alkışlamıştınız; ama Kürtler için “sözde vatandaş” sözünü de o icat etmişti, ama Şemdinli olayları sonrasında Büyükanıt’ın yargılanmasına da o izin vermemişti. Üstelik bu paşa da “Balyoz Darbesi” planlanırken, yani 2003 yılında dost kuvvetler ile düşman kuvvetler tasnif edilirken, TSK’nın üst kademelerinde değil miydi?
Hadi be A. Altan, boş ver McCarthy’cilik suçlamalarını, sen bilirsin bu işleri, “general, general!” diye yazılar döktürmeyi, beni ciddiye almazlar, hem senin tanıdıkların var, yaz şikâyet dilekçeni, yap ihbarını ya da söyle hükümetine açtır bir dava be birader. (Elin değmişken, hükümet şu günlerde seçilmiş Kürt siyasetçilere yönelik bir Balyoz planı uyguluyor ya, dilekçene bunu da katıver.) Öyle kuru kuru darbeye karşıyım demekle olmaz ki... Sizler, askeri darbe planlarındaki düşman kuvvetler sayılsanız da sivil darbe planlarındaki dost kuvvetler, cemaat kuvvetleri değil misiniz?
Oysa bizler, devrimciler, şu yaşımıza dek hep “iç düşman” kategorisinde yer aldık, birkaç gün önceki Radikal’in “İç düşmanı olan ordu balyozu elden bırakmaz” manşetini haklı çıkaranlardık! Darbelerde marbelerde, sıkıyönetimlerde, askeri cezaevlerinde generallerin düşmanıydık. Kanlı Pazarlarda, Maraşlarda, Sivaslarda şeriatçı mücahitlerin, faşist güçlerin düşmanıydık. Velhasıl bizi “iç düşman” belleyen çoktu...
Ama biz bilhassa ve son çözümlemede sömürücü kapitalistlere, kapitalist tekellere düşmandık. Tekellere düşmandık ve Tekel işçilerinin dostuyduk. Cümle işçilerin, ezilenlerin dostuyduk. Ve ne güzeldir ki sadece bu kategoriden dostumuz oldu... Balyoz bilmezdik, ama “orak ile çekiç” görünce hemen gülümserdik.
Neyse... Balyoz filan dedim de, içimde kötü bir his var muhterem okur: Ankara Valisi buyurdu ki, Tekel işçileri çevreye rahatsızlık veriyorlarmış. Direndikleri sokakları terk etmelilermiş.
Demek ki şu anda ne darbeden ne şeriattan korkmalıyız, şu anda bir gece yarısı işçilerin tepesine inecek balyozdan korkmalıyız... Asıl balyoz darbesi pusuda bekliyor. Çünkü bunların gözünde düşman birlikleri, ne yeşil kuvvetler ne haki kuvvetler, bunların gözünde düşman birlikleri potansiyel kızıl kuvvetler...
İşte bu yüzden gün haki kuvvetlerin yanında “Hazırol”da ya da yeşil kuvvetlerin yanında “Kıyam”da diklenmek günü değildir. Biline ki “Hazırol”dan sonra “Rahat” yoktur, “Kıyam”dan sonra devlet önünde “Rükû” ve de sermaye önünde “Secde” şarttır.
Oysa bu memlekette başı dik ve dimdik ayakta kalacak olanlar, elbette “McCarthy’ci” ve “sayın” muhbir vatandaşlar değil, sokakta direnenlerin yanı başında olanlardır ve işçiye yapılacak darbe karşısında “Hepimiz Tekel işçisiyiz!” diye haykıranlardır.