Adında sevgi sözcüğü olan iki kitap yazınca, adım da ‘sevgi insanı’na çıktı. Her ne kadar “Sevgi değil, radikal sevgi” desem de, bu iki kavram arasındaki ayrımı kimse pek önemsemedi. Toplumsal bellekte ‘radikal’ sözcüğü, Aydın Doğan’ın solcu gazete çıkarması kadar muğlak bir alandaydı. Bir süre sonra pes ettim ve “Tamam ulan, ben bir sevgi insanıyım” demeye başladım.

İçimde sevginin doğduğu bir an var. Net hatırlıyorum. TEM’de tek başına araba kullanırken Blind Melon’un No Rain’i çalıyordu. No Rain pozitif duygular doğurmak için yapılmış sihirli bir şarkı olabilir, üşenmeyin YouTube’da klibini de izleyin. Klipteki saniyelere sadık kalarak anlatayım, şarkının birinci dakikasında arka camında Osmanlı Tuğrası olan bir Doblo sağımdan hızla geçti. Öne geçince ani fren yapması gerekti ve az daha çarpacaktım. Sonra kendini sol şeride attı, arkadan gelen bir araç ona çarpmamak için direksiyonu bana doğru kırdı. Sağım boş olmasa kesin arada kalacaktım.

***

Doblo şoförüne burada yazamayacağım (ama bir AKP mitinginde kürsüden rahatça söyleyebileceğim) küfürleri sıralarken birkaç saniye sonra bir karakter değişimi yaşayacağımı bilmiyordum. “Eğitim sistemi bu kadar berbatken, lümpen faşizm her gün körüklenirken, ekrana baktığın her saniye mideme kramplar girerken ne bekliyorsun ki, elbette böyle manyaklar olacak yollarda. Lanet olsun her şeye…” diyordum içimden.

Ve şarkının klipteki ikinci dakika yirminci saniyede başlayan dönüşüm anı geldi, arı kıyafetli çocuğun bir bahçe kapısını açtığı an… İşte o an şunu düşündüm… “Evet eğitim, siyaset, ekonomi berbat ama şu an bu yolda gördüğüm yüze yakın araçta hiçbir sorun yok. Bu Doblo şoförü büyük ihtimalle iğrenç biri, küçük ihtimalle hastaneye hasta yetiştirmeye çalışan biri de olabilir. Her şekilde, düz istatistikle, insanların yüzde doksan dokuzu, tüm bu kötü eğitime, tüm medya tahakkümüne ve lağım siyasetine rağmen araçlarını düzgün kullanıyorlar. O halde ben neden her şeye lanet okuyorum?”

***

Şarkının mükemmel vokali, gitarın unutulmaz ritmine karışırken, tam orada, TEM otoyolunun ortasında bir tür hidayete erdim. İçimdeki sevgi o an kabuğunu kırdı. Dünya yine aynı dünyaydı, tüm olumsuzluklar aynen duruyordu. Hiçbir şeyi gereksiz yere güzelliyor değildim. Sadece bakış açım değişmişti.

Başlığında “sevgi” geçen kitaplarım sekiz yüz sayfa civarı. TikTok veya Reels videoları izlemeye her gün beş saat harcamak normal ama sekiz sayfa kitap okunması talep etmek bile hayalcilik artık, farkındayım. BirGün’ün patronları okurları olduğu için size bir yönetici özeti geçeyim: Radikal sevgi herkesi sevmek değil. Ben de sizler kadar öfkeliyim. İkiyüzlülükler, çelişkiler, alçaklıklar karşısında aklı başında her insan ne hissediyorsa onu hissediyorum.

***

Ama bilin ki tanık olduğumuz fenalıkların çoğu faşizmin savaş taktiği. Birçok haksızlığı sırf biz delirelim diye yapıyorlar. Okuyup kendinizden geçtiğiniz o tweetler, tanık olduğunuz kötülükler ve saçma sapan sözlerin kaynağında öfkeli, heyecanlı tipler filan yok. Bile bile iğrençlik yapan, tüm eylemlerinin farkında, bilinçli, soğukkanlı bir strateji var. Bizi travmaya sürükleyen bir söz söylediklerinde veya bir tweet attıklarında, yanlarındaki arkadaşlarına gülüyorlar, birbirlerine “Helal olsun” diyorlar.

İstenilen şey şu: Biz okumuşlar (ve veya solcular ve veya aydınlar ve veya muhalifler) kafayı yiyelim, şuurumuzu kaybedelim. Bunun sonucunda ya yeniklik psikolojisiyle vazgeçelim, kaçalım, susalım ya da “Sizin alayınızın…” diye başlayan küfürler savurup marjinalize veya kriminalize olalım. Ya da (ki en yaygın olan bu) bir Whatsapp grubu oluşturup, güvenli bir alanda kendi yankı odamızı yaratalım. Maça gidince bağırıp rahatlayan holiganlar gibi kendi dar çevremizde sövüp sayarak içimizi rahatlatalım.

***

Bu birinci aşama. İkinci aşama, kendi yankı odamızda sivrilttiğimiz dilimizi sokağa çıkartmak. Tuhaf ama bizim bu kızgınlığımızdan çoğunluğun haberi yok. Geçim derdinde, ekmek derdinde milyonlar var. Bu insanlarla sohbet etsek, dertleşsek, en azından adlarını bilsek bile dönüştürücü bir eylem yapmış olabiliriz. Oysa biz o insanların yanına karanlık kafeste büyütülmüş kurt köpeği gibi öfkeyle gidiyoruz. Hepimiz değil ama bir kısmımız, her zaman değil ama genellikle… Yankı odalarımızda bizim gibi düşünmeyen, hatta düşünmeye vakti olmayan milyonlarca insanı bir torbaya koyup, hepsini külliyen reddediyoruz. Biz böyle davranınca geniş kitleler de bizi reddediyor.

İşte faşizmin iki aşamalı savaş planı bu: Birinci aşama bizi delirtmek, ikinci aşama delirmiş bizleri bu süreçten tam olarak haberi olmayan kitlelerin arasına sokmak. Yıllarca “Sol halkın dilini konuşmuyor” dedikleri, özünde bundan kaynaklanıyor.

***

O nedenle diyorum ki dostlar: Elimize dilimize belimize sahip çıkalım. Örnek ve sorumlu insanlar olalım. Hele ki kendimize devrimci ve sosyalist diyorsak, bin kat daha sorumlu olalım. Halkımızı sevelim. Halkımızın geneli iyidir, trafikte sağlı sollu giden hergeleler her zaman azınlıktadır. Adalet ateşini yeni nesillere taşıyalım. Memleketimizi hırsıza arsıza bırakmayalım. Çok zengin bizim memleket, sınırı yok yerkürede, her karışının kıymetini bilelim.

Ve en çok aklımıza sahip çıkalım. En büyük taarruz, aklımıza yapılan taarruz. Delirmeyelim, pes etmeyelim, öfkemizi kör kuyulara kusup rahatlamaya çalışmayalım. Direnelim, dimdik ayakta kalalım. Bir olmak, beraber olmak Manifesto’dan yüzlerce yıl önce Pir Sultan’ın verdiği öğüt bize. Bunun için de yüreğimizde kin değil, sevgi taşımalı; bize hain diyen on yaşındaki çocukları ağlayarak bağrımıza basmalıyız.

***

Seni sevmeyeni sevmek, el uzatmak, bağır açmak sanıldığından çok daha zor. Kolay bir iş önermiyorum.

Blind Melon, No Rain şarkısının olduğu albümü 1992’de çıkardı. Şarkı tüm dünyada baş tacı edildi. Grubun solisti Shannon Hoon üç sene sonra aşırı dozdan öldü. “Çok yoruldum ve artık kendimi taşıyamıyorum” demişti ölmeden önce. Mezar taşında da ilk şarkılarının sözleri yazar: “Hepimizin sonsuza kadar burada kalamayacağını biliyorum, bu yüzden sözlerimi bugünün yüzüne yazmak istiyorum…”

Bugünün yüzünde günışığı eksik olmasın.