Bana iyi şeyler söyle, ölmezsin

SİNEM SAL / @sinemsal

Hayatta kalmanın bir yolunu bulduğumuzda hayattan vazgeçmiştik. Laf olsun diye değil. Ciddi ciddi, sahi sahi. Babamızı çim adam gibi yerin dibine sokmuşlardı. Bence biraz komikti. Geriye kalan insanlar ağladığı için biraz da değildi. Bayramlarda onu sulamaya gidiyorduk. İnsanın ölünce çiçek açması tuhaftı. Yaşarken açması daha da tuhaftı. O yüzden buna şaşırmaktan hemen vazgeçmiştik.

Yazın ortasıydı ve dünyada canı en çok sıkılan insan bendim. Bunu nereden mi çıkardım? Elimde duran süpürgenin hortumundan. Salonun tük perdesinin arkasına gizlenmiştim ve hortumun bir ucunu pencereden aşağı sarkıtmıştım. Beşinci katta oturuyorduk. Karayollarının hemen dibinde. Hortumun diğer ucunu ağzıma dayayıp “Overlokçu geldi”, “Simiiiit,” “Ayakkabıcı geldiiiii,” “Süüüüüüüt,” diye bağırdım sırayla. Kimse cama çıkmamıştı. İnsanların başka bir şeye ihtiyacı olmalıydı. Elime geçen ilk kitabı alıp mahalleye okumaya başladım.

Ev halkı, benim radyoculukla geçinmemden mutluydu. Nihayetinde tüm yazım perdenin arkasında hortum ağzımda oturmamla geçecek gibi görünüyordu.

O gün hikâyemin en güzel yerindeydim. Bütün mahallede sessizlik vardı. Sanırım pazar sabahıydı. Mahalleye yaptığım canlı yayın sanki her zamankinden daha çok duyuluyordu. Annem geldi. “On dakika ver şu hortumu evi süpüreyim,” dedi. Cümlem yarıda kaldı. Annem, hortumu alıp makineye geçirdi. Pencere açıktı. Makinenin sesi, mahalleye yayılıyordu. Bir kişi bile çıkıp “Kesin şu sesi artık!” dememişti. Bir tek buna şaşırmıştım.

• • •

Bir komşumuz vardı. Sokağın hemen sonundaki bahçeli evindenden dışarı çıkmaz. Bakkal işlerini biz sokakta oynayan çocuklara yaptırır, karşılığında da meyve verirdi. Havva Teyze. Mahallenin büyük kısmı ondan korkardı, kendi kendine konuşuyor diye. Bir gün duvarla voleybol maçı yapıyordum, Havva Teyze beni çağırdı.

“Şu ağaçtan kirazları topla da ye bakayım,” dedi. “Hepsini mi?” dedim. “Al işte ne kadar alabiliyorsan,” dedi. Uzun çiçekli elbisesini sürükleyerek plastik sandalyesine oturdu. Ağaca tırmanmak konusunda hiç fena değildim. Terliklerimi iki yana fırlatıp ağaca atladım. Tam elimi kiraza uzattım. Havva Teyze her harfinde titreyen sesiyle “Dur,” dedi “ben sizi bakkala iterek mi gönderiyorum?” Hiçbir şey anlamadım ama durdum. Bana doğru yavaş yavaş yürüdü. “Ben sizi bakkala iterek mi gönderiyorum?” dedi yeniden. Benden cevap gelmeyince kendisi yanıtladı ve devam etti “Önce güzelce konuşuyorum. Sonra da teşekkür edip meyve veriyorum değil mi? Sen de öyle yapacaksın. Her kopardığın meyve için teşekkür ederim güzel kiraz diyeceksin.” Bu sözler Havva Teyze hakkında mahallenin bir kısmının “kaçık, deli, aklı güzel,” demesinin sebeplerini kanıtlıyordu.

Dediğini yaptım. Meyveleri her kopardığımda “teşekkür ederim” dedim. Tişörtümün içi kırmızı meyvelerle doluydu. Eve dönerken, yemeye başladığım meyveler üstüme leke yaptı. “Pardon ya leke oldu,” demelerini beklemedim. Çünkü karnımı doyurdukları için teşekkür etmemiştim onlara. Var oldukları, kendilerini karşılıksız sundukları için bir teşekkürü hak ediyorlardı.