Despotizm, keyfine göre hareket eden bir tek kişinin yönetimi elinde tuttuğu, o ve atadığı yöneticileri bağlayan hiçbir hukuk kuralının olmadığı ve insan hak ve özgürlüklerine yer olmayan siyasal sistemi tanımlıyorsa, başlıktaki ifade olup biten her şeyi özetliyor olabilir.

Kim bilir belki de verilen sözlerin nasıl tutulmadığını ya da nasıl kandırıldıklarını ortaya koymak için ‘İmralı Notları’ açıklanmaya başladı. Avrupa’da basılan ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa’ kitabında 2015 Mart ayına kadar İmralı’da Öcalan ile yapılan görüşmelerin tutanakları yayınlandı. Amed Dicle’nin kitaptan yaptığı bir alıntıya göre;

9 Kasım 2013’te İmralı’ya giden BDP heyeti içerisinde yer alan Sırrı Süreyya Önder ile Öcalan arasında şöyle bir diyalog geçer:
Önder: Ben Başbakan’a dedim ki, “Şimdi ben heyete girersem Kandil’e de gideceğim. Siz süreç hakkında ne düşünüyorsunuz, neleri yapmayı planlıyorsunuz” diye sordum. O da bana “Cemil’e (Bayık) söyle, bana meydan okuyup durmasın” dedi.
Öcalan: (Gülerek) Türk işi kabadayılık! Cemil’i ben uyaracağım, Başbakanı da siz uyarın. Bu işler bu üslupla olmaz.
Önder: Başbakan devam etti: “Bana ne yapacağımı soruyorsun, söyleyeyim. Her şeyi yapacağım. Bir zamanı var ve bu konuda Apo ile de anlaşmışım. Tek bir kırmızı çizgim var, o da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim” dedi.
(koyu puntoları ben yaptım)

Vebali aktaranların boynuna bu sözler bu şekilde edildiyse, birinci tekil şahıs kullanımına özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. Devleti yönetme tarzının ne olduğuna dair bu görüşmeden daha açık bir kanıt olabilir mi?

Yönetimin kişiselleşmesi, sorunların da kişiselleşmesi ve kişiler üzerinden çözülmesi anlayışını getirir. Bir sorun çıktığında kişilerin değişmesiyle (yönetici hariç) sorunun çözülebileceği anlayışı yerleşir. Böylece sorunun özünde düzenin bizatihi kendisi olduğu gerçeğinin üzeri örtülür. Düzenin Allah’ın takdiri olduğu kavrayışı da bu düşünceyi berkitir. Sadrazamlar değişir, padişah ve düzen yerinde kalır.
Padişaha biat etmek hayatta kalmanın koşulu haline gelir. Kurallara uymanın ve yeterlilik sahibi olmanın sağlaması gereken haklar, bahşedilen ayrıcalıklara dönüşür. Mevzuata uymanız ve yeterlilikleriniz ihaleyi almanıza yetmezken, göstereceğiniz biat (ve vereceğiniz komisyon) ilgili ilgisiz her işten malı götürmenizi sağlar.

Bu son derece kişiselleşmiş üslup bunca ölüm ve yıkıma yol açan en hayati sorunun bugüne kadar nasıl ‘halledilmeye’ çalışılmış olduğunu ve aynı zamanda sürmekte olan çatışmaların neyi amaçladığına, nasıl durulacağına dair de bir çözümleme imkânını içinde barındırıyor. Yarın Başkanlık elde edilince, ‘Kürt Sorununu’ çözemeyenlerin başta HDP’yi yönetenler ve Kandil’ deki birkaç isim olduğu birden bire anlaşılabilir!

Toplumun da buna aklı yatırılır. İşi ‘berbat’ edenler, örneğin Demirtaş ve arkadaşları olur! Onlara el çektirilir. Yeni isimler ortaya çıkar. Bu isimlerin bazıları geçmişte kadri bilinmemiş kıymetler olabilir, bazıları da ilk kez ortaya çıkarlar. Kandil’deki Cemil’i de tutanakta belirttiği gibi Öcalan uyarır.

Sürece böyle bakıldığında 2015 baharından bu yana Öcalan’ın neredeyse adının anılmaması ve tümüyle tecrit edilmesi, başka türden bir tutsaklık durumunda olmasının anlamı ortaya çıkıyor olabilir.
Halklar olarak bizler de ölerek, öldürerek ve ölümleri seyrederek sürece katkıda bulunuruz...