Yok, müsaade dediysem öyle tümden gidiş değil. Yıllık izin. Eh, biraz uzun! Eylül ortası görüşmek üzere, özlenmek umuduyla...

Gazete kurulduktan sonra, en keyifli yazıları tatillerde yazarak kazandığım “tatilde de yazan yazar” unvanımı kaybedeli birkaç yıl oldu. Yılların bize kattıkları kadar bizden götürdükleri de oluyor; artık bir süre devreleri tam kapatıp kendimi şarj etmeden devamda zorlanıyorum.

Bu hafta iki gün bir konferans nedeniyle yazamadıktan sonra bir izin yazısı iyi olmadı ama idare edin lütfen.

Memleket de bindi bir alamete sanki gidiyor kıyamete; köşeye geri döndüğümüzde ne halde oluruz “Allah bilir”!

THY son yıllarda “Türkiye’nin gururu”ydu, bilirsiniz. Dolar böyle başını yukarı dikmiş giderken, yerli ve milli ne varsa düşüşte sanki.

4 Ağustos günü İstanbul bağlantılı Los Angeles’a uçmak üzere sabahın köründe Esenboğa Havaalanı’ndayız; haftalar önce alınmış biletler.

Adamın biri, havaalanında THY bilet satış bankosu önünde çıldırmış ağzına geleni söylüyor. Başına ne geldiyse, öyle bağırıyor, öyle şeyler söylüyor ki, en kibar şöyle özetleyeyim: “Hep böyle yapıyorsunuz. Bu rezalet. THY beni uçurmak zorunda!

Adamı THY görevlisi kadına bağırarak ağza alınmayacak şeyler söylemesinden dolayı ayıplayıp yolumuza gidiyoruz. Bize de söylenen şu; “İstanbul uçuşunuz iptal, sizi Los Angeles uçağına yetiştiremeyiz. Dilerseniz yarın uçuralım!”

Daha önce haber vermek falan yok. Sabahın köründe kalkmış gelmişsiniz, sizi Los Angeles’da karşılayacak olan kişi üç saat araba kullanıp havaalanına gelecek. Misal, bu uçuş için Çorum’dan gelmiş olsaydınız, gece nerede kalacaktınız? Hayatınızdan bir gün çalınmasının bedeli nedir?

Böyle bir rezalet için THY’nin size bir özür jesti yapması gerekmez mi? Ama hayır! Hiçbir şey yok. Biz onun gibi bağırmıyoruz ama biraz önce bağıran adam haklı mı ne?

Türkiye’nin gururu”nun tam da dünyanın en büyük havaalanına taşınmaya hazırlanırken, “Yeni Türkiye”deki hali bu!

Neyse, yerli ve milli paramız hızla yere çakılır ve milletçe son sürat yoksullaşırken, THY hayatınızdan bir gün çalmış ne gam!

Peter Brandt diye adamın biri, Twitter’da İngilizce bir mesaj yazmış Türkiye’deki turistlere. TL’nin haliyle kafa mı buluyor, halimize mi acıyor, anlayamadım. Doların son üç gündeki değer kazanışına, yani TL’nin değer kaybına işaret edip; “Eyyyy Türkiye’deki turistler” demiş, “Tatilinizi bir ay daha uzatırsanız, kaldığınız otelleri satın alabilirsiniz.

Kendini bilmez, hadsiz!

Doların vurduğu yetmezmiş gibi, derelerini HES’lerle, dere yataklarını ucube binalarla doldurduğumuz Karadeniz’i de seller vuruyor.

Allah’tan Başkan hemen oralara koştu; geçmiş olsun dedi, başsağlığı diledi, halkın yüreğine de su serpti. “Afetlerde yaşanan mağduriyetler giderilecek” dedi; devletin bütün zararı ödeyeceğini söyledi. “Bugün dünden iyiyiz, yarın da bugünden iyi olacağız” müjdesi verdi. Daha ne desin?

Bir şey daha dedi ve beni aldı çocukluk yıllarıma götürdü ama keşke demeseydi!

O yıllarda, tabii çocuğuz ve sık sık kavga ediyoruz birbirimizle, ne zaman dayak yiyeceğimiz kesinse, karşımızdaki bizden çok güçlü, arkasında her an kavgaya dalacak bir abisi falan varsa ve kesin kaybedeceksek Allah’a sığınırdık.

Oğlum, senin abin varsa (boyun uzunsa, bileğin daha kuvvetliyse, yani kesin döveceksen beni); benim de Allah’ım var!”

Başkan da; “Çeşitli kampanyalar sürdürülüyor. Bu kampanyalara kulak asmayın. Onların dolarları varsa bizim de halkımız, hakkımız, Allah’ımız var” deyince korktum. Yoksa dayak yiyeceğimiz kesin mi?

Bu satırlar yazılırken, para pul işlerinden sorumlu damat bakanımız henüz yeni ekonomik modeli açıklamamıştı. Yüreğim ağzımda gönderdim yazıyı gazeteye; ya o yeni modeli açıklayınca dolar bir daha heyheylenip zıplarsa diye.

Neyse, ben şimdi biraz gidiyorum. Tatilde; yediğim içtiğim bana, gezip de size anlatacak şeyler görürsem, yazarım ara sıra.

Dilerim dönene kadar dolar boynunu bükmüş, TL’miz başını yukarı dikmiş olur. Keşke Başkan Bizim de Allah’ımız var” demeseydi!