Ne demişti Erdoğan? “Biz milletin hakkının hukukunun özgürlüğünün alanını genişletmeye çalıştıkça bunların faşist yüzleri açığa çıkıyor. Bu ülkenin meşrebi duruşu belli olan Cumhurbaşkanını bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik alasıdır…” Haklı! İnsanlık böyle ağır bir faşizm görmemiştir! Bu “özgün” faşizm tanımından 10 gün sonra faşizme teslim olarak klasik müzik konserine gitti Erdoğan. Hem de […]

Ne demişti Erdoğan? “Biz milletin hakkının hukukunun özgürlüğünün alanını genişletmeye çalıştıkça bunların faşist yüzleri açığa çıkıyor. Bu ülkenin meşrebi duruşu belli olan Cumhurbaşkanını bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik alasıdır…” Haklı! İnsanlık böyle ağır bir faşizm görmemiştir!

Bu “özgün” faşizm tanımından 10 gün sonra faşizme teslim olarak klasik müzik konserine gitti Erdoğan. Hem de konseri, bir kaç gün öncesinde kaba bir şekilde, ülkemizi ekonomik olarak çökertmekle tehdit eden ABD’nin müstakbel başkanı ile izledi. İç politikada alabildiğine saldırgan ve düşman bir dil kullanan, pek bi Anti-emperyalist AKP ve yayın organları da tüm kutuplaşma ve gerilimi Kemalistlere ve sola yıkıp, Trump’ın özel temsilcisini görmezden geldiler ve klasik müzik ve uzlaşının, normalleşmenin erdemini keşfettiler. Muhtemelen özel temsilci de “işte çağdaş Türkiye bu!” diyerek dönmüştür.

Nerede ise hiçbir ülkede haber bile olamayacak bir konser olayı enine boyuna tartışıldı. Normalleşme işareti olarak da yorumlandı. Fazıl Say’ın tutumu üzerine de eleştirel çok yorum yapıldı. Ben daha çok Erdoğan’ın tutumunun yüceltilmesi üzerine yazmak istiyorum. Çünkü bu büyük bir sorun bence. Bu tarz jestler, bir yandan iktidarın yaptığı her şeyi temize çekiyor, öte yandan “başarılı” bir politik tutum olarak kabul edilip alkışlanıyor. Hatta “yukarılardaki” bu “köşesizleşme” bakanlara, bürokrasiye giderek siyasi rakiplere karşı da iletişim yöntemini aşan bir politikaya dönüşüyor. Tabii ki küfürleşilmesin, hakaret edilmesin üşman olarak görülmesin.

Ama sorun şu ki başta yargı ve güvenlik bürokrasisi olmak üzere tüm gücü elinde bulunduran iktidar küçücük jestlerle bile alkış alırken, muhalefet nerede ise yer yer yalakalığa varan tutumuna rağmen sürekli sopa yiyor!

İktidar bileşenlerinin buldukları her fırsatı değerlendirmeleri anlaşılır. “Saray’da” muhalifler kabul edilirken takınılan müstehzi tutum bundan kişisel keyif aldıklarını da gösteriyor. Buna teslim olanların “bana su verdi!” tadında sevindirik tavırları da onların kişiliklerini ilgilendirir diyelim. Ama sabah akşam üyelerine, liderlerine değerlerine, geçmişlerine hakaret edilirken adayların ve yöneticilerin bu tutumu organizasyonları da kişiliksizleştiriyor.

Uğruna can verilmiş, özgürlükler harcanmış değerler üstünde üç kağıtçı siyaset erbabı hatta muktedir eskileri, bir dönem karşı safta olanlar hem de değişmeden sörf yapar hale geliyor. Örgütlü mücadelenin olmazsa olmaz unsuru olan dayanışma, ortak hedef, kadro gibi unsurlar anlamını yitiriyor.

Daha da önemlisi kökeninde iktidarın siyasal ve sınıfsal tercihlerinin olduğu gerilimler sanki tarafların kullandıkları dilden kaynaklanıyormuş algısı sinsice zihinlere işliyor.

Yani karşılıklı sakin bir dil kullanılırsa yağma düzeni, yoksulluk, işsizlik ortadan kalkacakmış, seçime dair şaibeler, haksız tutuklamalar, iş cinayetleri, intiharlar, savaş politikaları, sömürü yok olacakmış gibi davranılıyor.

Üstelikte bu “yumuşama” tutumu hep muhalif unsurların tavizi üzerinden değerlendiriliyor! Mesela muhalefetin adayı kaçak Saray’ı meşrulaştırıp abartılı saygı jestleri yapınca alkışlanıyor ama bakanların muhalif liderlere hakaretleri, Erdoğan’ın sabah akşam hedef gösterip hakaret etmesi, yargıya talimat vermesi bu alkış erbabınca görmezden geliniyor. Görmezden gelmek ne kelime, siyasi deha olarak alkışlanıyor.

Sanki önümüzdeki yerel seçimde kendilerini aday gösteren muhalefet partilerinin adayları değillermiş de Erdoğan’dan icazet alarak yarışa giriyorlarmış gibi davranan bu adaylardan seçildiklerinde kendi partilerinin politikalarını yürütecekleri beklenebilir mi?

Belki de asıl sorun da buradan kaynaklanıyor. Muhalefet partilerinin Erdoğan ve AKP- MHP’sinden farklı bir yerel yönetim ve ülke yönetimi politikaları var da adaylar mı bilmiyor, yoksa böyle bir program yok mu? Erdoğan’ın gücünden duyulan korkunun bir nedeni de sanatçısından adayına, insanların parçası olduklarında kendilerini güçlü ve güvende hissedecekleri bir örgütlenmenin olmaması da olabilir mi?