Bankalara dikkat!

Malum, 2016’da yüzde 20’ye yakın değer kaybeden TL, 2017’ye daha hızlı bir düşüşle başladı. Yılın başlangıcından henüz 12 gün geçmesine rağmen değer kabı yüzde 9 civarında. Son olarak Moody’s’in yayınladığı kredi görünüm raporunda Türkiye’deki bankaların oldukça riskli bir görünüm sergilediğinin altı çizildi. Moodys’in yaptığı analize göre, bankaların varlık kalitesi son yıllarda oldukça bozulmuş ve bugün dolardaki hızlı yükselişle birlikte bir hayli riskli bir noktaya gelmişti. Moody’s’in yayınladığı bu rapor Türkiye ekonomisi ve siyaseti üzerinde küresel sermaye bakışını bir kez daha ortaya koyarken, diğer bir taraftan raporun içeriğinde ifade edilen riskler de finansal riskler ve eşliğinde reel anlamdaki çöküşün izlerini bizlere sunuyor.

Nasıl mı? Moody’s’in işaret ettiği varlık kalitesindeki bozulmanın başında kredilerdeki risk geliyor, yani geri ödenemeyen kredilerin sayısında ve miktarındaki artış. İşte bu nedenle bu durum bankaları olduğu kadar kredi sahiplerini de ilgilendiriyor. Ödenemeyen kredilerin sahiplerinin günden güne arttığını, çoğu kişinin kredisini ödeyemeyecek hale geldiğini söylüyor aslında. İzlenen politikalar sayesinde derinleştirilen borç ilişkisiyle nüfusun neredeyse tamamını yakından ilgilendiriyor bankalar. Ödenmesi gereken okul parası, sağlık masrafları, yakacak-birikmiş kiralar vb konut giderleri… Tüm bu işler artık ücretin değil, borçların meselesi haline geldiği için, ücretler bu borç döngüsüne yem olarak tasarlandığı için bankaların izlenmesi de önemli hale geliyor.

Bilindiği üzere krediler, bankaların en büyük varlık kalemleri. En basit/ geleneksel anlamıyla kabaca mevduat toplayıp, kredi satarlar. 2001 krizinden sonra bankacılık sektörüne ilişkin yapılan birçok düzenlemeyle birlikte bankaların gelirleri çeşitlendirilmiş, faiz dışı kalemler yaygınlaştırılmıştı. Bir diğer ifadeyle bankaların şayet bir gün kredi riskleri büyürse diye, faiz dışı kalemlerdeki gelirleri artırılmış, bu potansiyel riske karşı bir bu kalemlerin subap olarak kullanılması planlanmıştı. Faiz dışı gelirlerin içeriğine gelirsek, bankacılık hizmetleri ücretleri ve komisyonlarından bahsediyoruz.

Kârlılık düşüyor, ücret ve komisyon artıyor
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, bankaların 2015 yılsonuna göre aktif kârlılığı yüzde 1,1 civarında. Bu oran 2002 yılında yüzde 16’lardaydı. Vergi sonrası net kârın sermayeye oranı olarak ifade edilen öz kaynak kârlılığı ise 2002’lerdeki yüzde 135 seviyesinden 2015 yıl sonu itibariyle yüzde 11’lere düştü. 2002 yılındaki düzenlemelerle bu düşüşü öngören bankacılık sektörü, bu zararı ikame etmek için hızla ücret ve komisyon gibi faiz dışı kalemlere yöneldiler. Bankaya adım atmasıyla birlikte halktan yüksek miktarlarda ücret ve komisyon almaya başladılar. Bilanço kârlılıklarında vahim düşüşler yaşanırken, 2002 yılında yüzde 7 civarında olan faiz dışı gelirlerin toplam gelirlere oranı 2015 sonunda yüzde 13’lere yükselmişti.

Bankacılık sektöründe riskin halka yayılması anlamına da gelebilecek bu düzenlemeler, ücret ve komisyon gelirlerinin bu denli yükselmesinde temel motivasyondu. Örneğin peynir ekmek gibi dağıtılan kredi kartları geliri olmayan öğrenciye, işsize bile verilebilinirken, bankaların inisiyatifiyle maaşın 10 katına dek çıkabilen bireysel krediler bir yandan bankaların kredi risklerini artırsa da, aslında kredilerin tabana yayılmasıyla alınan fahiş masraf ve komisyonların bu potansiyel zararları ikame edeceği hesaplanıyordu. Bu hesaplama yapılırken, 2002’de AKP’ce teslim alınan ekonominin güllük gülistanlık aynı tasarlandığı gibi süreceği beklentisi vardı. Lakin evdeki hesap çarşıdakine uymadı… 2011 yılında ücret ve komisyonların toplam gelirlere oranı yüzde 14’lere değmişken, o tarihten bu yana yüzde 13’e kadar gerileme kaydetti. Çünkü 2002 sonrası ekonomik yapının her biriminde olduğu gibi bankacılık sektöründe de kağıttan binalar yıkılmaya başladı.

Türkiye ekonomisinde izlenen politikalar, ücretlerin düşük tutulması-borca erişimin kolaylaştırılması yönünde olduğu için en kârlı sektörlerden birisi de bankacılık sektörüdür. Kolay bir matematikle, ücretleri yaşamlarını karşılamaya yetmeyen geniş kitlelerin devlet politikalarıyla krediye yönlendirilmesi, bankaları da bu süreçte ihya etmiştir. Bankalar büyümüş, fakat ekonominin her alanında olduğu gibi kimyası bozuk büyümüştür. Bir koyar üç kazanırım mantığıyla eldeki kaynağına bakmadan sattıkları krediler, kredi kartları şimdilerde sınıra ulaşmış gibi gözüküyor. 2004 yılında yüzde 51 seviyelerinde olan bankaların kredi/mevduat oranı bugün yüzde 120’lerde. Moody’s’in tahminine göre bu kredilerin yılsonunda yüzde 4’ü batık hale gelecek. Ben yine de bu tahmini iyimser buluyorum, çünkü hesaba dolar kurundaki yükselişi, ihracat ve turizmdeki çöküşü, darboğaza düşen sanayi işletmelerini katarsanız reel kriz dinamikleriyle birlikte bu oranın çok daha yukarı çıkması söz konusu. Kaldı ki halihazırda yükselen işsizlik, enflasyon ve zamlarla birlikte artan geçim sıkıntısı düşünüldüğünde bankalar yönünden de iş iç açıcı gözükmüyor.