Kılıçdaroğlu, başlarda baraj yüzde 7’ye düşürülsün demişti; sonra yüzde 5’ten söz etti; şimdi ise partinin teklifi yüzde 3.
“Neden yüzde 3?” falan değil, “neden baraj, ne hadle?”. Baraj, vatandaşın eşit seçme-seçilme hakkının gasp edilmesi; doğrudan doğruya eşkıyalık: Tümüyle kaldırılmalı. O da yetmez, ‘millî bakiye’ sistemi geri getirilmeli; hiçbir oy çöpe gitmemeli; her bir milletvekili de eşit sayıda oyla seçilmeli; işte bunu kabil kılmak için de, Türkiye milletvekilliği ihdas edilmeli.

Yüzde 10 barajı, gayri adillik şampiyonu; dedik ya eşkıyalık, hırsızlık; ama, aynı zamanda ayırımcılık, özellikle Kürtler aleyhine işlediğine göre de, hem ırkçılık hem de bölücülük; dolayısıyla kan içicilik.

Bu baraj, sivil/silahsız siyaset önündeki en büyük engel. Bir de hazine yardımı konusunda yüzde 7 barajı var, barıştan söz eden AKP’nin getirdiği: Tam tamına, silahlı siyasete teşvik/davet.

AKP bu barajlarla siyasetin önünü kesmekle yetinmiyor; on bine yakın insanı KCK operasyonlarıyla içeri atıyor, içeride tutuyor; yani, siyasete katılmayı ayrıca cezalandırıyor da. Maksat, legal/silahsız Kürt siyasal hareketini etkisiz ve itibarsız kılıp, hareketin kitle tabanını çaresizlik içinde AKP’nin etekleri altına sığınmaya zorlamak.
Etnik veya mezhepsel temelde açılım, çalıştay, süreç diye hokkabazlıklara başvuran AKP’nin derdi, topyekûn bir demokratikleşmeyi gündem dışı tutmak, insanların birer vatandaş olarak kendi haklarının peşine düşmek için örgütlenmelerini, kendi işlerini kendileri düzenleyip yönetmek üzere yeni birlikler oluşturmalarını engellemek.

AKP’nin bu yoldaki en melûnca oyunu, ‘barış/çözüm süreci’: Erdoğan ve şürekâsının, ‘beni tek siyasal aktör olarak kabûl etmezseniz, bakın yine cenazeler gelmeye başlar’ şantajı üzerinden yürütülüyor. Aslında, Alevî çalıştayları da, çok utanmazca panayırlardı: Alevîler sanki her insandan farklı garip bir yaratık türüymüş de, onları özel olarak inceleyelim, hayvanat bahçesindeki kafeslerini ona göre düzenleyelim türünden bir mesaj taşıyan. Dinci faşistlerin bu tiyatrosuna figüranlık eden herkesi çalıştayların taa ilki yapıldığında da kınamıştım.
Son ‘süreç’ maskaralığı ise, çok daha fazla hainlikle malûl: Önce, cumhuriyetin vatandaşlarını hak-hukuk düzeyinde eşitlemeye yönelmek yerine, tam tamına bundan kaçınmak üzere Kürtler ve diğerleri diye bölüyorlar; sonra Kürtleri kimin temsil edeceğine kendileri karar veriyorlar; bu tercihleri, legal/silahsız siyaseti 12 Eylül darbecilerinden de daha alçakça uygulamalarla daraltır (barajlar, TMK vb…) ve cezalandırırken (KCK davaları), lideri tutsak-rehine olarak ‘içeri’de, fiilî güç merkezi de ülke dışında bulunan silahlı bir örgütten/hareketten yana oluyor; ki, burada her şeyden önce, bu harekete katılmayan, desteklemeyen vatandaşlarını ‘satmış’, silahlı olmayı muhatap ve kaale alınmanın önşartı hâline getirerek de, silaha sarılmayı/başvurmayı siyasal katılımın önşartı hâline getirmiş oluyor. AKP, bu arada şunu ya unutuyor ya da bir yandan Kürt siyasal hareketini toptan kriminalize ederken, onların dışında kalan Kürtleri de silahlanmaya teşvik edip birbirlerine kırdırtmak üzere bilerek görmezden geliyor: Muhatap alınmasını elindeki silaha borçlu olanın, bırakacağı en son, zorda kaldığında da sarılacağı ilk şey yine silahı olacaktır.

Baştaki konumuza dönersek, legal/silahsız siyasetin önünü açmanın ilk koşulu olarak yüzde 10 barajını kaldırmayan bir AKP, aslında kendi talancılığını devam ettirebilmek için, sadece Türkiye’yi değil, elinin uzandığı her yeri kana bulamaktan kesinlikle çekinmeyen, ana besin maddesi insanların birbirini kırması olan bir vampirden başka bir şey değildir.