Kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı tarafından örnek çalışma olarak gösterilen AKP’li Konya Büyükşehir Belediyesi Sahipsiz Hayvan Bakımevi’nde çekilen görüntüler sokak hayvanlarına yönelik sistematik şiddetin en vahşi hallerinden biri olarak anılacak. Görüntüler hayvanların yanı sıra, hayvan hakları savunucuları veya sokak hayvanı bakımı üstlenen gönüllülerin öteden beri gündelik hayatının bir parçası haline gelmiş olan bu sistematik şiddetin artmasına zemin oluşturdu. Konya’ya, Mamak’a gidip hayvanları görmeye çabalayan savunucular, gönüllüler kolluk güçleriyle, belediye görevlileri ile karşılaştı; bazıları kafalarına atılan taşla kan revan içinde bırakıldı.

***

Özellikle son bir senedir hayvanlara yönelik şiddet çağrılarında artış olduğunu fark etmeyen yoktur. Buraya nasıl geldiğimizi hatırlamakta fayda var. Cumhurbaşkanı geçtiğimiz yıl bu zamanlarda belediye başkanlarına sokak hayvanları konusunda “Sahipsiz hayvanların yerinin sokaklar değil, barınaklar olduğunu unutmamalıyız” biçimde bir talimat vermişti. Açıklama bir çocuğun, sahipli bir köpek tarafından ısırılmasını takiben gelmişti. Ardından gözü dönmüş bir kitle görünürleşti ve sosyal medyada sokak hayvanlarına yönelik şiddet çağrılar örgütlenmeye başlandı. Hayvanların yerlerini tespit eden haritalar yaptılar, öldürdüklerini sergilediler. İktidar bunlara sessiz kaldı.

***

İktidarın sessizliğinden güç aldığı su götürmez olan Konya’daki vahşet, hayvanların yaşam alanlarına dair bir tartışmayı tetikledi. Şüphesiz bu yeni bir tartışma değil. Örneğin 2015’te açılan Kısırkaya toplama kampı “hayvan bakımevi” konseptinde bir dönüm noktası olarak bu tartışmanın önemli bir uğrağını oluşturmuştu. Dönemin AKP’li İBB yöneticilerinin 20 bin köpek kapasitelik dev bir hayvan “bakımevi” açması kentsel muhalefet tarafından, hayvan hakları savunucuları tarafından protesto edilmişti. Geçtiğimiz yıllarda yitirdiğimiz hayvan hakları savunucusu Burak Özgüner gözlerden ırak bir yerdeki bu beton kampı isabetli bir biçimde “... dev bir toplama kampının inşa edildiğini gördüm, kesinlikle Auschwitz’i andırıyordu” biçiminde nitelemişti.

***

Kentlerdeki komşuluklar, komşu ilişkilerinin değişimi, kentsel dönüşüm ve rant güdüsü tüm mahalle sakinleri gibi sokak hayvanlarına da sirayet ettirildi. Zira 100 köpeklik barınakta bile hayvanlar bakımsızlıktan öldürülürken binlerce köpek için açılacak bu yerler ancak sokakları köpeklerden arındırmayı amaçlayan bir tecrit alanı olabilirdi. Öyle de oldu. Köpekler yaşam alanları olan mahallelerden, sevildikleri, bakıldıkları yerlerden koparıldı. O dönemde, kendi mahallemden hareketle gözlemlediğim üzere, insanlar sokaklarda baktıkları köpekleri üçer beşer evlerine almaya başladı. Sokakta kalanlara kolyeler, küpeler, telefon numaralar takıldı. Hayvanlar, sokak gönüllüleri, iletişim ağları ile sağ ve sağlıklı tutulmaya çalışıldı, çalışılıyor.

***

Barınakla sokak arasına sıkışan bugünkü tartışmaya dair yanıtlar hayvanların nasıl bir yaşama hakkı olduğuna dair perspektifimize göre değişiklik gösteriyor. Bir kısım hayvanların yaşamasını istemediğini açık bir biçimde ifade ediyor. Bununla da yetinmiyor, cezası olmayacağına duyduğu güvenle hayvanları katlediyor. Bir kısım köpeklerin tümünün sokaklardan toplanıp ömürlerini “bakımevi”, “barınak” adını verilen bu yerlerde geçirmelerini onlara reva görüyor. Bir grup ise kamusal alanların, sokakların hayvanların hakkı olduğunu, sokakları hayvanlarla paylaşmanın kent kültürünün bir parçası olduğunu savunuyor.

***

Hayvanların gerek yaşam alanları olan sokaklarda gerekse de kapatılmak istendikleri barınaklarda sürecekleri yaşantılarında onları şiddetten koruyacak ve yaşatma odaklı bir yasanın bulunmaması ise bu sorunun önündeki en önemli handikaplardan birini oluşturuyor. Böylesi bir yasanın eksikliği, yaşam hakkı ihlalini mümkün kılarak barınaklar gibi sokakları da hayvanlara yönelik sistematik şiddetin mekânları haline getiriyor. Bu bağlamda bize hayvanların yaşam hakkını tanımak ve bunun bir uzantısı olarak kamusal alanı hayvanlarla paylaştığımız bir yaşam kurmayı önümüze koymak düşüyor.