Barış bildirisi imzacısı Güney, okurlarıyla buluşuyor

Barış bildirisi imzacısı Prof. Dr. Atilla Güney, sosyoloji geleneğine Marksist bakış açısıyla eleştiri getirdiği yeni kitabı 'Sosyolojinin Marksist Reddiyesi'ni okurları için imzalıyor. İmza ve söyleşi şeklinde sürecek olan etkinlik, 23 Kasım Cumartesi Günü saat: 14.00'de Mersin Zeze Kafe'de gerçekleştirilecek.

Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’ndeki görevinden 29 Nisan 2017 tarihli 689 sayılı KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Atilla Güney'in, "İki yıllık bir emeğin ürünü" olarak ifade ettiği 'Sosyolojinin Marksist Reddiyesi' adlı kitabı yayınlandı.

Yordam Kitap yayınları tarafından okuyucuya hazırlanan kitabı hakkında konuşan Güney, "Oldukça teorik bir kitap fakat şöyle bir ana teması da var. İçinde bulunduğumuz dönem, sadece Türkiye açısından değil, dünyada da yükselen otoriter rejimlerin, demokrasinin temel değerlerinin askıya alınmasının yarattığı bir ümitsizlik var. Bir alternatifsizlik var. Günümüzde muhalifleri en çok hırpalayan etkenlerden biri bu alternatifsizliktir. Bu anlamda, Türkiye’de toplumsal ve siyasal sorunlar üzerine kafa yoran, düşünen insanların öncelikli olarak bu sosyoloji geleneği ile hesaplaşması gerektiğini düşünüyorum. Bu kitap da böyle bir hesaplaşma önerisi sunuyor açıkçası" ifadelerini kullandı.

"HESAPLAŞMA ÖNERİSİ SUNUYOR"

Akademiden uzaklaştırılmanın üzerinden neredeyse üç yıl geçtiğini ifade eden Güney, "Bu kitap akademi dışında kaldığım iki yıllık bir emeğin ürünü… Ama aslında kitabın proje olarak uzun bir geçmişi var. Henüz yeni bir asistanken bu tür bir eleştirel çalışma kaleme almayı düşünmeye başlamıştım. Benim de içinde yetiştiğim sosyolojik tedrisat geleneğinin Türkiye üniversitelerinde okutulan ve genel kabul görmüş olan sosyoloji anlayışının genel bir eleştirisi… Bu sosyoloji anlayışının şöyle bir özelliği var: Kendisini tarihsel olarak çıkışı itibari ile Marksist düşünceye karşı konumlandırmış bir anlayış, yerleşik sosyoloji anlayışı. Bende bu anlayışı kendisine karşı konumlandırdığı Marksist perspektiften eleştiriyorum. Öncelikli olarak sosyoloji geleneğinin tarihsel olarak ortaya çıkış sürecini, hangi düşünsel yaklaşımlardan etkilendiğini detaylı bir biçimde anlatıyorum. Aslında kitabın odak noktasında bu yerleşik sosyolojinin düşünsel temellerini atan Alman sosyolog Weber yer alıyor. Oldukça teorik bir kitap fakat şöyle bir ana teması da var. İçinde bulunduğumuz dönem, sadece Türkiye açısından değil, dünyada da yükselen otoriter rejimlerin, demokrasinin temel değerlerinin askıya alınmasının yarattığı bir ümitsizlik var. Bir alternatifsizlik var. Günümüzde muhalifleri en çok hırpalayan etkenlerden biri bu alternatifsizliktir. Bu anlamda, Türkiye’de toplumsal ve siyasal sorunlar üzerine kafa yoran, düşünen insanların öncelikli olarak bu sosyoloji geleneği ile hesaplaşması gerektiğini düşünüyorum. Bu kitap da böyle bir hesaplaşma önerisi sunuyor açıkçası diye konuştu

"TOPLUM BİLİMCİLERİ BİR TARAF OLMAK ZORUNDA"

Kitabın sonuç bölümünde toplumsal-siyasal olgulara alternatif bir bakış ve düşünme tarzının önerdiğini, aslında çok yeni olmayan, Marks’ın uzun zamana önce ortaya koyduğu ama zaman içerisinde hasır altı edilen veya görmezden gelinen bir düşünce tarzı üzerinden konuştuğunu söyleyen Güney, "Biz bu düşünce tarzına aslında Marks’ın adını anarak Marksizim diyoruz ama Marks’ın öncesine de dayanan hatta Marks’tan sonra da çok ciddi gelişmeler kaydeden tarihsel maddeci bir yaklaşım, bilimsel bir yaklaşım var. Ben bu tarihsel maddeci yaklaşımın ısrarla ve inatla bu sosyolojik paradigmanın karşısına konulması gerektiğini düşünüyorum. Bu sosyoloji geleneği tarafsız, toplumsal çatışmalardan, çelişkilerden bağımsız bir bilimsel disiplin gibi lanse edildi her zaman. Bu düşünce biçimini benimseyen bilim insanlarının da her türlü toplumsal çelişkiden, çatışmadan bağımsız sadece bilim yapan sosyologlar olmaları gerektiği ya da öyle olduklarına dair bir anlayış lanse edildi. Ben bu kitapta özetle şunu söylemeye çalıştım. Kapitalizmin eşitsizlikçi, sürekli sömürü mekanizmalarını yeniden üreten, sınıf çatışmalarını süreklileştiren, sınıflar arası eşitsizlikleri katmerleyen politikaları karşısında tarafsız bir bilimin, özellikle de tarafsız bir sosyal bilimin olamayacağını söylüyorum. Dolayısıyla sosyolog ve toplum bilimcilerinin ortada iki sınıf varken açık ya da üstü örtülü bir biçimde bu sınıflardan bir tanesinin yanında taraf almak zorunda olduklarını iddia ediyorum. Bu bilimin doğasında da olan bir şey zaten.. Fakat bu sosyoloji geleneği, bize ne yazık ki bu gerçekliğin üstünü örten bir anlayış sunuyor" diye konuştu.baris-bildirisi-imzacisi-guney-okurlariyla-bulusuyor-652183-1.

"BİZ TOPLUMUN SAVCILARI DEĞİL, ELEŞTİRMENLERİYİZ"

İhraç edilmelerinin gerekçesinin yalnızca 'Bu Suça Ortak Olmayacağız' bildirisine imza atmaları olmadığını, bir toplum bilimci olarak kitabında da iddia ettiği gibi, 'taraf olma'larındaki payın oldukça önemli olduğunu vurgulayan Güney, "Bizlerin ‘barış imzacıları’ olarak 3 yıl gibi bir süre önce aslında akademilerden sadece barış bildirgesine imza attığımız için ihraç edilmedik. İhraç edilen arkadaşlarımızın büyük bir çoğunluğu toplumsal ilişkilere eleştirel bir perspektif ile yaklaşmakta ve her dönem iktidarlara karşı muhalif olan bilim insanlarıdır. Ki bilim insanı zaten böyle olmak zorundadır. Biz toplumun savcıları değiliz, eleştirmenleriyiz. Bilim adamı böyle olmak zorunda. Yine böyle bir perspektif üzerinden tarafsız bir bilim olamayacağını tarafsız bir bilim insanı olunmayacağını, verili sosyoloji geleneği üzerinden eleştiriyorum" şeklinde ifade etti.