Sanırlar; bu hocalar korkaktır. Sanırlar; bunlar “düşünce özgürlüğü” filan deyip çekiliverirler kenara. Yok öyle yağma! Direneceğiz! Yok öyle yağma! Ve görürsünüz; biz kazanacağız! Haklıyız; kazanacağız!

Barış ve ekmek mücadelesi

“Burjuvazi bizi kavgaya davet etmiş, kabulümüzdür!”
Süreyya Karacabey'in
ihraçlara yorumu

Cüppelerin üzerindeki postallar… Her şeyi açıklar mı? Sanmıyorum. Çok daha fazlası… Çok daha fazlası…

Son KHK ile kaç akademisyenin daha işinden edildiğini rakamlar vererek anlatmak istemiyorum. Matematik istemiyorum.
İstatistik istemiyorum. Tarih vermek bile istemiyorum. Herkes her şeyin farkında; son celsede Cumhuriyet tarihinin en büyük tasfiye operasyonlarından birine tanıklık ettiğimiz ortada. Ki özellikle Ankara… Özellikle Cebeci… “Sağcı görgüsüzlüğün” tavan yaptığı şu günlerde, Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş gibi “sosyal tiplerin”1 borusunun öttüğü bir devrin yarattığı buhran hepimizi sarmış durumda. Aparatlar bürokrasisi! Küçük adamcıklar silsilesi! Macar postalı gibi suratı var her birinin, kötülüklerinden ölmek üzereler! Utanmazlar! Yardakçılar! Öyle ki; saray dalkavukları torpille oturdukları “küçük” makamlardan kırk sene dirsek çürütmüş hocaları sırıtarak harcayabiliyorlar şu günlerde… Neden mi? Çünkü “vatan, millet ve finans kapital” aynı yerden, Tayyip’in kalemindeki mürekkepten akıyor. Ve lanet olası “ibişler” bunu iyi biliyor… Lanet olsun, biliyorlar!
Evet, “insanların devri sona erdi; devir, orkların devri…” deyiverip vazgeçmek vardı; ama imkânsız: Çünkü direneceğiz! Yağma yok; direneceğiz!

Sanırlar; bu hocalar korkaktır. Sanırlar; bunlar “düşünce özgürlüğü” filan deyip çekiliverirler kenara. Ne bileyim yurt dışına filan kaçarlar, oturup beklerler ya da; ortalık yatıştığında da pipolarını tüttürüp “düşüncelerim yüzünden çok bedel ödedim” filan diye yazarlar CV’lerine sonra… Yok öyle yağma! Direneceğiz! Yok öyle yağma! Ve görürsünüz; biz kazanacağız! Haklıyız; kazanacağız!

Amma ve lakin mücadeleyi pekiştirmemiz gerek. Kazanmak için biraz o “aparatlarla” cebelleşmemiz gerek. Kendi içimizdeki hasımlıkları yok etmemiz gerek ilkin. Sonra da Saray'a meydan okumamız filan gerek mesela. İşte bunun için yazıyorum şu an; meydan okumak için, yaşadıklarımıza ve yazdıklarımıza değmesi için ödediğimiz bedel(ler)in! Ki bunun için, bazı meseleleri somut bir şekilde çözüme eriştirip yol almamız gerek önceleyin:
baris-ve-ekmek-mucadelesi-246923-1.
Birincisi; şu imza2 meselesidir. “Ne imza imiş arkadaş” demeyin, dile kolay! Başımıza gelmedik kalmadı. İşten atmalar, hapse atmalar, sürgünler, soruşturma yağmurları, tehditler, hedef göstermeler, yıldırma operasyonları, istifaya zorlamalar ve daha nicesi zaten KHK’lerden çok daha evvel imzacılar için başlamıştı bir kere. Kendine “devlet” adı veren küçük bir zümre, eşek kadar bir Saray'dan direktifler yağdırıyordu hakkımızda. Öyle ki; CHP’li vekiller şahittir, YÖK mesela, imzacıların “pazarlık dışı” olduğunu söylemişti onlara (Hadi inkâr etsinler). Lakin mesele imzadan ibaret de değildi elbette. Çok daha fazlasıydı. Çok daha kapsamlıydı.

Akademik tasfiye çok daha evvel düşünülen bir Saray projesiydi: Merkel’e açık mektup yazıp kendisiyle görüşmemesini talep eden bir grup akademisyene karşı Tayyip’in yaptığı “mankurtlar” çıkışı3 (ki 7 Haziran sonrası düşlenen Türkçü-Sünni hegemonya projesine binaen İslam-öncesi Türklüğe yaptığı ilk atıftır bu) bile bunu işaret ediyordu. Mamafih, Erdoğan'ın BAK bildirisini imzalayan akademisyenler hakkında geliştirdiği hususi obsesyon da “bizden” çok daha fazlasını yok etme arzusunun gayet rasyonel bir uğrağını ifade etmekteydi aslında. “Biz” yekûn tasfiyenin bahanesi kılındık, bizi “eşik dışı” ilan edip yollarına baktılar (Bir sürü memur mesela; bizi referans veren hükümetin 16 Şubat 2016 tarihli genelgesi4 ile tehdit edildi o dönem, sonra da çoğu işinden edildi). Hele ki o eski dostu Cemaat'in veda armağanı olan “15 Temmuz” adlı malum hediye paketinin kurdelelerini çözerken Saray, daha da amansız, daha da acımasız olmayı hak bildi kendine. Erdoğan'ın her arzusu yasa kılındı bir kere; ardı sıra biz “teröristler”, biz “aydın denilen karanlıklar”, biz “onun” son adımını bağlayan “prangalar” da tamamen kriminal varlıklar olarak ifade edildik kamuoyuna. Sonrası tasfiye… Ne diyelim? Görmemişin OHAL’i olmuş…

Gelgelelim şu an yapmamız gereken en son şey tüm bu çılgınlığın sadece BAK bildirisi ile ilgili olduğu yönündeki (iktidarın da diretip durduğu) o perspektifi benimsemektir. YÖK’ün son açıklamasına5 bakın; sanki KHK listelerinde sadece BAK imzacıları var, sanki “imzacı” olmayan akademisyenler yok, sanki Diyar Yılmaz6 yok, sanki Nuriye Gülmen7 yok, sanki binlerce öğretmen yok, FETÖ torbalarına atılan diğer sosyalistler yok, her şey biz “imzacılardan” kaynaklı sanki. Bu konuyu uzatmak istemiyorum ama, -kısacası- demem o ki; BAK imzacıları -belki de açık hedef olarak- bu direnişin “dinamosu” olmalıdır doğru; ama sürecin salt BAK bildirisi ile ilgili olmadığını bilerek… Kürt halkının o çaresiz çağrısını duyan ve yanıt veren insanlar olarak sorumluluğumuz bugün çok daha fazlasıdır. Haliyle mücadelenin yalnızca barış ve özgürlük için değil, aynı zamanda ekmek için verilmekte olduğu gerçeğini kamuoyuna anlatmak durumundayız.

İkinci mesele ise; henüz işinden edilmemiş akademisyenler ile ilgili. Onların da bu direnişe destek vermeye devam etmesi elzem. Tasfiyelerin ardından kimi bölüm kurullarının deklare ettiği destek bildirileri yahut henüz atılmamış öğretim üyelerinin boşa düşen dersleri ve danışmanlıkları üstlenmeyi kabul etmemesi böyle bir temayülü işaret ediyor, fakat yeterli değil.

Akademisyenler arasındaki dayanışma ağları, kurulan alternatif akademiler gibi girişimler devam ederken, fakülteleri ve kürsüleri geri alma mücadelesi de sürdürülecektir ve henüz işine devam etmekte olan akademisyenlerin de sürecin sonraki aşamalarına hazırlıklı olması gerekiyor. Bugüne kadar sessiz kalanlar, sınıf dayanışmasından kaçınanlar ise iyi bir vicdan muhasebesi yapıp aklını başına devşirse fena olmazdı…

Üçüncü mesele; gelenekler ile ilgili. İktidardaki “sağcı görgüsüzlük” (DTCF, SBF, İLEF gibi fakültelerdeki kıyımda görüldüğü üzere) sol tandanslı öğretim geleneklerini yıkmak, bir bilme biçimini yok etmek peşinde. Direnmediğimiz takdirde şu ana kadarki tasfiyelerin kapsamının genişletilmesi iktidar için işten bile değil. Elbette ki hedefleri ODTÜ ve Boğaziçi gibi sembolik mahiyeti yüksek olan üniversitelerin yanı sıra, yurt geneline yayılmış sol/sosyalist akademisyenler olacak. Bizim öğrenci yetiştirmemizi istemiyorlar.

Bu minvalde dördüncü mesele; öğrenciler… Bugün işinden-aşından edilen akademisyenlerin yanı sıra pek çok öğrenci de tahakküm altında. Hocalarını kaybedip tezleriyle ortada kalanlar değil sadece, üniversitede soru��turma yağmuruna tutulan, okuldan atılan, hatta YÖK’ten ihraç edilerek öğretim hayatı karartılan öğrenciler mevcut. Üstelik onların maruz kaldığı hukuksuzluklar yeterince duyulmuyor da… Mamafih geçtiğimiz hafta “Hayır Terk Etmiyoruz” şiarıyla direnişe geçen akademisyenlere verdikleri o müthiş destek gösteriyor ki; öğrencileri hesaba katmadan, öğrencilerle ortaklaşmadan bir direniş mümkün değil.

Son tahlilde; her türlü ayrımı kaldırarak, ihtilaflara, anlaşmazlıklara son vererek hep beraber “Üniversiteler bizimdir!” demek gerekiyor bugün. Ekmeğimizi savunurken, barışı ve özgürlüğü savunmaya da devam etmek gerekiyor. Sınıf mücadelesi bizi çağırıyor; icabet etmemek olmaz!


Dipnotlar:
1 İlgi: https://www.birgun.net/haber-detay/sosyal-medyada-sikca-paylasilan-soru-ve-cevabi-ibis-nedir-146445.html

2 İlgi: https://tr.wikipedia.org/wiki/
Bar%C4%B1%C5%9F_%C4%B0%C3%A7in_Akademisyenler_bildirisi

3 İlgi: https://www.birgun.net/haber-detay/muhtarlara-merkel-e-mektup-yazan-akademisyenleri-kotuledi-ben-bunlari-mankurt-olarak-goruyorum-92838.html

4 İlgi: http://www.memurlar.net/haber/565672/

5 İlgi: http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/02/16/imzasini-ceken-akademisyenler-neden-ihrac-edildi/

6İlgi: https://www.birgun.net/haber-detay/cadi-avinin-siradan-bir-ugragi-khk-tasfiyeleri-127814.html, Bkz. Alt başlık: “Çalıkuşu’nun Dramı”.

7İlgi: https://nuriyegulmendireniyor.wordpress.com/