Büyük şehirlerdeki Kürt gençlerinin kimlik maceralarını konu alan “Anlıyorum ama konuşamıyorum” kitabının yazarı Alev Karaduman’la konuştuk

“Barışı gördük, savaşı istemeyiz”

> AYDIN DEMİR

Şehirde büyümüş Kürt gençlerinin kimliklerine keşfe çıkma yolculuklarını ele alan Alev Karaduman’ın “Anlıyorum ama konuşamıyorum” kitabı İletişim Yayınları’ndan çıkarak raflardaki yerini aldı. Doğu’da ya da Batı’nın herhangi bir yerinde doğduktan sonra büyük şehirlerde Kürt gençlerinin maceralarını ele alan, onların yaşamlarındaki kırılma noktalarından, ilk politikleştikleri döneme kadar uzun bir yelpazede dokuz kişinin hikayesini bir araya toplayan kitabı konuşmak üzere kitabın yazarı Alev Karaduman’la buluştuk.
Karaduman “Kan ve gözyaşı, kültürünü inkâr etmekten başka bir şeye yaramayan çatışma ortamını konuşuyoruz ancak savaşsız, barış içinde, eşitliğin, adaletin olduğu,bir ülkenin mükün olduğunu gösterdik. Bu savaş tutmaz” diyor.


>> Kitabın ismini nasıl belirledin?
Batıda büyümüş, insanların arasına karışabilmiş, az çok normal hayatın içerisinde, bir statüye sahip olabilmiş bir Kürt’seniz; insanlar sizin Kürt olmanıza şaşırabiliyor. O şaşkınlık, ‘Nerelisin?’ sorusuyla başlayıp, ‘Kürt müsün?’ sorusuyla ve her defasında ‘Kürtçe biliyor musun?’ sorusuyla devam ediyor.
Hayatım boyunca ‘anlıyorum ama konuşamıyorum’ demek zorunda kaldım. Kitabın ismi buradan geliyor. Kiminle konuşsam ‘bende öyleyim, öyle hissediyorum’ gibi cümleler duyuyordum. Etrafımda anlıyorum ama konuşamıyorum diyen asimilasyona uğramış kişi o kadar çoktu ki. Sadece kendi hikâyemi yazmak çok kişisel kalacaktı.


>>Kitapta dokuz Kürt gencin hikâyesi var. Görüşmelerin nasıl geçti?
Konuştuğum insanlar “Böyle bir şey yapıyor olmak çok güzel” diyordu. Ancak çoğu zaman kültürlerinin yok sayılmasından dolayı utanç ve mahcubiyetle konuyu açamadık. Bazen saatlerce ağlaştık.

>>Kitaptaki dokuz hikâyeden birisi senin hikâyen. Geriye kalan sekiz kişiyi nasıl buldun?
Tanıdığınız asimile Kürt var mı diye sorarak dolaştığım bir dönem oldu. Türkiye’de baskın kültürün küçük kültürü ezmesi büyük bir gelenek olmuş ki; asimile bir arkadaşım var diyerek tanıştığım, sonrasında asimilasyonu yine yaşamış fakat Ermeni bir anne babadan gelen insanlarla karşılaştım.

>>Hayat hikâyelerini ortaya çıkarırken izlediğin yol nasıldı? Zor olmadı mı bu kadar detaylı anlatmak?
Oldu. Bebeklikten beri konuşmam gerekiyordu. ‘Abdullah Öcalan yakalandığında neler hissettin? Kürtçe’yi ilk nerede duydunuz? Evde mi sokakta mı? Ahmet Kaya’ya linç girişiminde bulunulduğunda aileniz nasıl tepki verdi?’ gibi 40-50 soru üzerinden aynı olaylara verilen farklı tepkileri gördüm.

>>Anlatımlarda görülüyor ki; herkesin bir kırılma noktası var ve farkındalık öyle başlıyor. Senin farkındalık dönemin nasıl oldu?
Anadili Kürtçe olan bir anne babanın çocuğuyum. Ancak annemi ve babamı birbiriyle Kürtçe konuşurken çok az gördüm. Doğubayazıt’ta imam olan amcam Hizbullah tarafından öldürüldü. En ilkokul üçüncü sınıftaydım. Amcamın ölümünden sonra okula gittiğimde “Okula niye gelmedin?” diye sordular “Amcam öldü” dedim. “Niye” diye sordular “Devlet öldürdü” dedim. Verdiğim bu cevap yaşamımda aydığım nokta.

>>Kitabın üçüncü bölümündeki Cabbar kimdir?
Cabbar, sokak kültürünün her zaman içerisinde olan birisi. Berxo dayının kızlarından sürekli Dersim’i duyuyor, haritalara bakıyor bir türlü bulamıyor. Siyasi haritalar, fiziki haritalarda kayboluyor Cabbar. Dersim’in haritada defalarca gördüğü Tuncel’i olduğunu anladığında, hayatında bir kırılma noktası yaşıyor. Sonra politikleşme dönemi başlıyor. Deneyimlediği çok fazla hikâye olduğu için ilginç deneyimlerini aktardı. Cabbar bir yandan “Kürt devleti de kurulmasın, bütün devletler yıkılsın” diyor.

***

Son zamanlarda Türkiye’nin pek çok kentinde Kürtlere yönelik milliyetçi saldırılar oldu. Sanki Kürtlere karşı beslenen nefret hiç bitmeyecekmiş gibi…
Ülkede önce de yaşanan, kan ve gözyaşı, kültürünü inkâr etmekten başka bir şeye yaramayan çatışma ortamını konuşuyor olmak üzücü. Çatışmalar ilk başladığından beri sürekli bir doksanlar benzetmesi yapıldı. Nefret söyleminin yükselmesi açısından benzer bir durum vardı. Ancak biz Gezi gibi, savaşsız, barış içinde, eşitliğin olduğu, adaletin sağlandığı bir ülkede yaşanabileceğini deneyimledik. Farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşayabileceğimizi gösterdik. Barış süreciyle beraber, insanlar savaş ortamının bir gün biteceğini dahi düşünmüyorlardı ama artık insanlar barışın olabileceğini gördü ve tekrar savaş ortamını istemeyecektir.

Anlıyorum Ama Konuşamıyorum - Alev Karaduman from Alev Karaduman on Vimeo.