Şimdilerde küreselleşme sürecinde özerkliğe giden yolda önemli bir kavşağa gelindi gibi. Ama hangi küreselleşme?..

Şimdilerde küreselleşme sürecinde özerkliğe giden yolda önemli bir kavşağa gelindi gibi. Ama hangi küreselleşme? Elbette esas olarak emperyalizmin kendisini yeniden ürettiği, tepeden küreselleşme... Bir de, bunun karşıtı ve kimi zaman iç içe görüntüleriyle aşağıdan küreselleşme var.

Küreselleşmenin ağır basan birinci yönünün tezahürlerini bölgemizde yaşıyoruz. Gündemdeki Suriye hakkında Başbakan ne demişti? “Orası aynı zamanda bizim eski bakiyemiz olan bir toprak, onun için orayı içişlerimiz olarak görebiliriz.” Neden? Suriye’nin içişleri Türkiye’nin içişleridir; ÇÜNKÜ ABD’nin dışişleri Türkiye’nin de dışişleridir! Neden? Çünkü küreselleşmedeki taşeronluk böyle bir şeydir. Ve geçen yıl da ABD'nin Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, “Türkiye ABD’ye bağlılığını kanıtlamalıdır” sözünü boşuna sarf etmemişti.

Türkiye’nin hedefi küreselleşme döneminde de ABD emperyalizminin (imparatorluğunun) stratejik ortağı (beylerbeyi) olmak, böyle kalmak değil midir? İşte bu yüzdendir ki “Ak” Tolgalı Beylerbeyi haykırıyor: “İlerle!” (şey, yani “ileri demokrasi!”) Ve tanklarla güneye geçmeyi tasarlıyor, kafilelerle... Neo-Osmanlı’nın Suriye’ye “eski bakiyemiz” (Osmanlı’dan miras!) demesi hiç hayra alamet değil.

İşin ironik tarafı, despot hükümete karşı isyan edenlerin hakkını savunmak için Güneye geçmek isteyenlerin, Kuzeyde aynı hükümet tarzı nedeniyle kendisine isyan eden Kürtlerle başının belada olması. Ele varır talkını misali...

Suriye’deki gelişmeleri izlemeyi sürdürürken, Kürt sorununu bir de bu bağlamda, yani küreselleşmenin bölgedeki izdüşümü bağlamında değerlendirmekte fayda var...

***

Eskiden ulusal kurtuluş savaşları sırtını SSCB ya da Çin Halk Cumhuriyeti’ne dayama ve sıkıştıklarında onların desteğini alma gibi bir yoldan küreselleşirdi. Özerklik yerine, böyle desteklerle korunan “kurtarılmış bölgeler” buna örnektir... Yine mesela o zamanlar ulusal kurtuluş savaşlarına “sömürgesel devrim” de denilirdi. Yani ulusal sorunun çözümüne paralel sınıfsal sorunlar da gündemdeydi. Şimdi bu köprülerin altından çok sular aktı.

(1920’lerdeki “Türk Devrimi” kategorisinde 2000’lerin bir Kürt Devrimi’nden söz etmek belki mümkün. Özerklik tartışması da bu bağlamla mı sınırlı?)

SSCB’nin çökmesi, sosyalizmin tarihsel bir döneminin sona ermesi ve sonradan küreselleşme adını alan “yeni dünya düzeni”nin tesisiyle birlikte, “format” değişti. Ulusal sorunların çözümü, küreselleşme (globalizasyon) koşullarında “küreyel” (grobal) ya da “küyerel” (glokal) formatlarda ele alınır oldu. (Aşağıda bunlara tekrar değineceğim.) Sanırım şimdiki demokratik özerklik bu niteliklerden hangisinin öne çıkacağı ihtimaliyle de tartışılabilir.

Yeri gelmişken; Kürt sorununun çözümünün devrim sonrasına ertelemek gibi bir görüşü hiç savunmadım. Sadece şunu söylemeye çalıştım: Kürt milletinin sorunu devrimden önce grobal boyutlarda çözülebilir. Kürt halkı için köklü çözüm ise devrim yönelimli glokal bir güzergâhta aranabilir. Ama milletin sorunu çözülürken halkın çekeceği ıstırabın artmaması önemli.

Demokratik özerklik, Kürt siyasetçileri tarafından alt başlıkları açılmasına rağmen (yani siyasi, iktisadi, kültürel, hukuki, diplomatik, kolluk görevi vb gibi ayrıntılı maddelerine rağmen), şu an itibarıyla esas olarak sadece bir konsept olarak tartışılıyor ve ağırlıkla (Kürt kimliğine bütün boyutlarıyla vurgu yapan) güçlendirilmiş bir yerinden yönetim olarak sunuluyor. Ancak bu sunum iki ucu kesen bir bıçak ya da madalyonun iki zıt yönü şeklinde çok farklı açılardan değerlendirmelere müsait.

İşte burada, yukarıda sözünü ettiğim madalyonun iki yüzü devreye giriyor: Küreselleşme sürecindeki küreyelleşme ve küyerelleşme. Geçen yıl Haziran ayında bu konuda şunları yazmıştım: Sistemin asıl sahipleri, artık kendi iç pazarlarının derdinde değiller, emperyalizmin küreselleşme çağında iç pazar filan kalmadı, dolayısıyla bu sorunun da kendi sınıf çıkarları doğrultusunda, küreselleşme düzleminde çözümünden yanalar. Mesela burada önemli olan “demokratik özerklik” tartışmalarında (Sedat Aloğlu gibi TÜSİAD üyeleri) küreselleşmenin, “küreyelleşme” boyutunu savunuyordu. Küreselleşme sürecinin “tepeden küreselleşme” boyutu literatürde bu kavramla anılıyor. Yani? Ulus-devletlerin, büyük şirketlerin ve örgütlenmelerin dünya çapındaki emperyalist ihtirasları ve neo-liberal politikaları dayatmaları böyle sağlanıyor. Yeter ki çark dönsün, sistem çalışsın. Nitekim AKP’nin el altında tuttuğu, AB normlarına göre hazırlanmış “yerel yönetim yasası” taslağı da “küreyelleşme” çerçevesinde bir anlam taşıyor. Özünde yerel yönetimlerin taşeronlaştırılması! Bunu da şimdilerde başkanlık sistemi ön şartıyla telaffuz ediyorlar. Kürt cenahından yapılan tartışmalarda ise ağırlık noktasının, küreselleşme sürecinde, aşağıdan küreselleşmenin bir tarzı olarak “küyerelleşme” yönelimine verildiği söylenebilir. Yani? Farklı coğrafi alanlarda farklılıkları koruyacak şekilde küresel ve yerel olanın birbirinin içine girmesi.

Hal böyle olunca, demokratik özerklik projesi konusunda bizlerin “daha fazla” bir şey söylemesi mümkün ve doğru değil. Çünkü Öcalan ikide bir “Benim görüşlerimi PKK de BDP de tam olarak anlayamıyor” demektedir. Onların “anlamadığını” bizler nasıl anlayacağız? Aslında anlaşılmayacak bir durum da yok. Çünkü belli ki Öcalan bunu bilerek ucu açık bir proje olarak sunuyor (“olmazsa olmaz” dediği kimi başlıklarda dahi bazen geri adım atıyor, yani çıtayı bir yükseltip bir alçaltıyor); anlaşılır olan Öcalan’ın bunun çerçevesini müzakereler boyunca esneteceği, kimi zaman daraltıp kimi zaman genişleteceğidir. Türkiye sosyalistlerinin, müzakerelerin hayırlı bir yönde gelişmesini temenni ederken, böyle oynak bir zemine (henüz belirginleşmemiş tercihlere) endeksli şekilde ve destek vermek adına ikide bir “görüş” değiştirmek “zorunda” kalmak yerine, kendi bağımsız çizgilerindeki net tercihlerini sürdürmeleri daha sağlıklı bir tutum olur elbette. (“Çatı Partisi” de demokratik özerklik projesinin bir aparatı. Ve haldeki durumda benzer handikaplar o platform için de geçerli.)

Tercihimiz ayan beyan ortada: Yeter ki akan kanı durduracak şekilde, Kürtlerin milli (burjuva) talepleri kısmen de olsa yerine gelsin. Alan memnun veren memnun olacaksa, kime ne… Sonuçta Kürt halkının meselesi çözülmese dahi Kürt milletinin meselesi çözülmüş olacak...

Küreselleşme düzleminde özerkliğe giden yola Suriye güzergâhı da eklenirse, bu yol sanırım giderek daha engebeli, dolambaçlı olacak gibi görünüyor. Üstelik “Karayılan yakalandı,” “Hayır yakalanmadı” spekülasyonları, tam da 15 Ağustos tarihine denk geldi. Bu tarih, bilmeyen yok, PKK için eylem vakti.

Barışın kıymeti ile kıyametin felaketi bir kez daha karşılaşacak.