Google Play Store
App Store
Barışın nasıl olacağına karar verilmedikçe IŞİD’le savaş kazanılamaz

GILES FRASER

Guardian’dan çeviren Defne Sarıöz

2. Dünya Savaşı altı yıl sürdü. Teröre karşı savaş bugün 15’inci yılında. Buna rağmen iyiye giden hiç ama hiçbir şey yok. Neden? Çünkü nasıl bir barış istediğimize dair vizyonumuz yok. Çünkü hala önceliği, istikrarlı bir Ortadoğu’da nasıl politika yürütüleceğine kafa yormaya, hatta buna yönelik çalışmalarda bulunmaya değil, gökten bombalar yağdırmaya veriyoruz. O bombalar ki yalnızca İslam Devleti’ni değil, IŞİD karşıtı komşu vilayetleri de yakıp yıkar ve düştüğü her yerde Batı’ya karşı intikam tohumları filizlenir. Carl von Clausewitz savaşın “politikanın başka yöntemlerle sürdürülmesi” olduğunu söylemişti. Bizim çıkmazımız işte burada yatıyor: Bir politikamız yok. Bir şey yapmak gerektiğini hissediyoruz ama icraatımızın sonucunda elimize Rakka’ya düşen bombaların gürültüsünden başka bir şey geçmiyor. Ne için savaştığımızı bilmedikçe muzaffer olamayacağız.

David Cameron’un ajandasına göre Noel’de savaş var. Harikulade bir zamanlama. İsa’nın verdiği iyilik ve barış mesajlarıyla uyum içinde. Tıpkı unutulmaya yüz tutmuş o eski yılbaşı ilahilerindeki gibi: “Ve savaşıyor insanlık, işitmiyor hiçbiri/Duymuyor müjdeyi: Ah, susturun şu gürültüyü, bırakın kavgayı; Ve kulak verin meleklerin size söylediğine” Sekülerleştirilmiş düzyazı versiyonu: Barış vizyonumuz yok.
2003 Irak işgalini hatırlayın. ABD askerlerinin Bağdat’ı ele geçirmesi yalnızca bir kaç hafta sürmüştü. Saddam Hüseyin’in heykeli yıkılır, ülkenin eski yöneticileri bürolarından yaka paça çıkarılırken onların nasıl sevinç kutlamaları yaptıklarını hatırlayın. Bu işin kolay kısmıydı. Savaş 19 Mart’ta başladı ve 1 Mayıs’ta Bush’un USS Abrahm Lincoln gemisinin üzerine gerilmiş meşhur “Görev Tamamlandı” afişinin önünde yaptığı konuşma eşliğinde sona erdi. Bu konuşmadan sonra ölen ABD’lilerin sayısı ise savaşın başlamasından bu yana geçen kırk gün içinde ölenlerden çok daha fazlaydı. Görevin tamamlandı mı? Bu palavraya artık kimse inanmıyor. Irak artık savaş yorgunu, baştan ayağa kana batmış bir umutsuz vaka ve hala için için kin büyütmeye devam ediyor.

Libya için de benzeri söylenebilir. Başka bir deyişle, misilleme, barış zamanında başvurabileceğiniz bir strateji değildir. Ve eğer barışın nasıl geleceği yönünde bir stratejiniz yoksa, kısırdöngünün içinde debelenip durmaya devam edersiniz.

Eğer gerçekten IŞİD’nin kökünün kazınmasının barışı getireceğine inanıyor olsaydık, hava bombardımanlarıyla onların huzurunu kaçırmak yerine bölgeye kara güçleri sevkederdik. Ama hayır, böyle bir şeyi göze alamayız çünkü buna değmeyeceğini düşünüyoruz; işe yarayıp yaramayacağından da emin değiliz. Aslında, Cameron da zamanında Blair’in Bush’la giriştiği askeri üstünlük yarışının bir benzerine kaptırdı kendini. Hepsi gösterişten ibaret. Derdi günü Amerikalılar karşısında ülkesinin yüzünü kara çıkarmamak; ne yaptığının bir önemi yok, yeter ki dostlar alışverişte görsün. Elbette ki barış için girişimlerde bulunmasını beklememeli; böyle yumuşakbaşlı tavırlar can sıkar, basının da hiç ilgisini çekmez.



İlk işimiz olayların daha da kötüye gitmesine engel olmak olmalı. Öncelikle IŞİD’ye bir düşman ordusu payesi vererek onu onurlandıran savaş söylemini bir yana bırakalım. Ama daha da önemlisi, İslam’ın belli bir dinine karşı bir Üçüncü Dünya Savaşı verdiğimiz yanılsamasından kendimizi kurtaralım. Şiddet yanlısı bir teolojiyi daha büyük şiddetle yok edemezsiniz, bu ancak nefreti körükler.

IŞİD hücrelerini imha etmek amacıyla Brüksel banliyölerini bombalamazdık. O halde neden iş, içinde binlerce masum insanın yaşadığı Suriye kasabalarına gelince farklı davranıyoruz? Bundan birkaç yıl öne Cameron, bizi, kendi halkının üzerine varil bombaları attığı için Beşer Esad’la savaşa ikna etmeye çalışmıştı. Şimdi bunun aynısını, belki tam da aynı şehirlere yapmayı kendisi öneriyor. Evet, bizim elimizde ayrım gözetebilen ve hedefe odaklanabilen akıllı bombalar var. Ama her zaman başarılı olamıyorlar. Bu yüzden masum insanları da öldürecekler; özellikle de kendilerinden kaçamayacak zayıf, yaşlı ya da ufak olanları. Ve gökten bombalar yağdıkça yağarken, üstü başı darmadağın olmuş bir kervan, Suriye’den kalkıp, kendine sığınacak bir yer bulmak üzere Avrupa’ya doğru yollara düşecek. Cameron’un niyeti, onların ülkesini Noel zamanında bombalamak, kaçmaya çalışanların da Avrupa’ya girmesini engellemek. Yani diyor ki: Yatacak yeriniz yok.