Reyhanlı’da yağmur yağıyor, caddeden insan parçaları akıyor.” İki ayrı bombalı araçla düzenlenen ve 53 kişinin katledildiği, 11 Mayıs 2013 Reyhanlı saldırısından 3 gün sonra; o dönem Cumhuriyet Gazetesi muhabiri olarak görev yapan Mustafa Kemal Erdemol Hatay’dan bu bilgiyi geçti. Katliamın ardından; görüntüler ilk olarak el Kaide ve el Nusra’ya ait internet sitelerinde yayınlandı.

İktidar medyası ise kesin olarak Esad’a gönderme yapıyordu. Katliam; Suriye’nin Türkiye’deki ‘terörizm’ ayağı ile işbirliğiydi. Ancak o dönemde Esad’ın başı zaten büyük dertteydi. İç savaş neredeyse ülkesinin tamamına yayılmıştı. Esad’ın komşu topraklarda “terörizm” ile işbirliği yaptığı bir saldırı ile hangi amaca ulaşabileceği sorusu havada kaldı.

Oysa Neo-Osmanlı ve stratejik derinlik fikrinin bir amacı vardı. Mezhepçilik üzerinden fetih planları şişirilip, uluslararası kamuoyunda ısıtılmaya çalışılıyordu. Saldırı, Erdoğan’ın Eski ABD Başkanı Barack Obama’yla görüşmek üzere gerçekleştirdiği ABD’ye ziyaret sürecine denk gelmişti.

Ses kaydı

26 Mart 2014 günü ortaya çıkan ve YouTube’da yayınlanan ses kaydı ilginçti. Kaydın toplantı halindeki bir heyetin konuşmalarını içerdiği iddia ediliyordu. Heyette dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay 2’inci Başkanı Yaşar Büyükanıt ve halen MİT Başkanı olan Hakan Fidan vardı. Ses kaydı iddiası içinde Davutoğlu “imkanları” değerlendiriyordu: “Laf aramızda Başbakan da telefonda bu (Süleyman Şah Türbesi’ne saldırı), gerektiğinde bir imkan gibi değerlendirilmeli bu konjonktürde dedi.” Fidan “irade” ortaya koyuyordu: “Ben öbür tarafa 4 tane adam gönderirim, 8 tane boş alana füze attırırım. Problem değil, o gerekçe üretilir, olay böyle bir iradenin ortaya konması, biz savaş iradesi ortaya koyuyoruz…” Tüm konuşmalara, yine dönemin Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın onay verdiği anlatılıyordu.

Bu firari neler söylemişti?

Patlamadan 6 ay sonra 115 sayfalık Reyhanlı iddianamesi kabul edildi. 2’si Suriyeli 33 sanıktan 19’una, “Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmaya teşebbüsten” ağırlaştırılmış müebbet, 52 kişinin ölümüne sebep olmaktan 52’şer kez ağırlaştırılmış müebbet ve 130 kişiyi öldürmeye tam teşebbüsten de 22’şer yıl hapis cezası istendi. İddianamede eylemin Suriye istihbaratı ile planlandığı tespitine yer verildi. THKP-C Acilciler Grubu’nun elebaşı Mihraç Ural’ın da saldırılarda bizzat yer aldığı ve firari 5 sanıkla Suriye’de bulunduğu belirtildi.

Her şey dönemin ruhu ve manşetlerine uygundu. Fakat sanık Nasır Eskiocak, Reyhanlı davasının 28 Ağustos 2014 tarihindeki 2’inci duruşmasında başka bir sanıktan, bir firariden söz etti: “Yusuf Nazik, uzun zamandır MİT’le çalıştığını, eskiden kaçakçılık yaptığı zamanlarda, Sadullah Ergin’in de (6 Temmuz 2011 - 25 Aralık 2013 arası Adalet Bakanı) avukatlık yaptığı dönemlerde onunla tanıştığını ve telefonla görüştüğünü bana söyledi…”

İşte o firari sanık; Yusuf Nazik; Reyhanlı katliamından 5 yıl sonra, Esad’ın kalesi Lazkiye’de “başarılı(!) bir MİT operasyonu” ile yakalandı. “Reyhanlı’yı Esad planladı” dedi. “Devletimizin şefkatli ve affedici” olduğuna vurgu yaptı. Arkadaşlarına seslendi: “Yol yakınken dönün.” Esad’la birlikte Türkiye’ye karşı mücadele veren savaşçılara söylüyordu(!) Çok boştu. Ama bu boşluğu; iktidar medyasının tümü yine manşet yaptı, ana başlık benzerdi: “Reyhanlı’yı Esad yaptı!”

Türkiye vazgeçmiyor

İdlib operasyonu öncesi manidar. Görüyoruz ki; Türkiye asla ne savaş heyecanından ne de savaş politikalarından vazgeçmiyor. AKP’nin iktidarını sürdürebilmesi; içeride ve dışarıdaki savaş politikalarına bağlı.

Şimdi gözümüz İdlib’de. Bunun Suriye’deki son savaş olacağı söyleniyor. Çok iyimser. Türkiye, müdahil olmaya devam ettiği sürece, Suriye’de savaş bitmeyecek hatta 2013-2015 sürecine benzer bir birimde Türkiye içine de taşınacak.

Astana sürecinden bu yana “koridor” tartışılıyor. Bu süreçte çatışmasızlık bölgesi yaratmak konusunda İdlib ile ilgili taahhütler Afrin’in işgali karşılığında verildi. Cihatçıların en azından bir kısmı buharlaşmayacak. Afrin, Cerablus, El Bab’a doğru tahliye edilecek. Böylece İdlib üzerinden şimdi tartıştığımız durumu, Afrin, Cerablus, El Bab’ta tartışmaya başlamamız mümkün. Bir kez daha Kobane’ye benzer bir süreç yaşanması şaşırtıcı olmaz. Her şey başa sarıyor.

Devlet bir bütündür, sorumluk devredilemez

Reyhanlı’yı eksik bırakmayalım… Bir yönüyle Diyarbakır, Suruç ve Ankara’ya benzer. İstihbarat raporlarına rağmen önlenememiş, tedbir alınmamıştır. Oysa saldırıdan önce araç plakaları bile bellidir: "… Yusuf Nazik’in yönlendirmesiyle, irtibat kurduğu Mehmet… (Genç) isimli şahıstan, 24.04.2013’te aile arabası şeklinde, yeni görünümlü, teni kasa 100’lük ya da 1245’lik tabir edilen 42,34 ve/yeya 06 plakalı önden çekişli ara bakmasını istediği, Mehmet… isimli şahsın 2002-2003 model 100’lük tabir edilen 34 ve 06 plakalı araçların bulunduğunu/araştıracağını belirttiği…”

Konjonktür ikinci plana atılarak savcısı, emniyeti, istihbaratçısı ile cemaatin rolü çok tartışıldı. Burada da devlet mekanizmasının bir bütün olduğu ve sorumluluğun yine iktidara ait olduğu unutuldu.

Reyhanlı, Neo Osmanlı rüyası, Diyarbakır, Suruç, Ankara seçim stratejisidir. İçeride olmadı dışarıda… Bize bir savaş lazım. 4 katliamın bilançosu: 193 ölü 1000’in üzerinde yaralı.