Doppler, “Dünya insanlara ait değil, insanlar dünyaya ait” diyecek kadar ‘yıkıcı’ ve bir savaşın geride kalanları ne hale getirdiğini dillendirebilecek kadar ‘vatan haini.’ Doppler sizi eğlenceli bir dille sistemi yıkmaya çağırıyor

Başarı sizi öldürecek

SERAP ÇAKIR

Hepiniz öleceksiniz. Bu başarı, bu konforlu yaşam hırsı sizi içten içe çürütecek. Berbat hayatlar yaşıyorsunuz ve boynunuzdaki borç ilmeğiyle bunu anlayamayacak kadar uyuşturuldunuz. Doppler’i takip edin, o size ormanın yolunu gösterecek.

Andreas Doppler, bisikletle dolaşmaya çıktığı bir gün ormanda kaza geçiriyor ve bir daha evine dönmek istemiyor. İki çocuğu, iyi bir geliri, güzel bir karısı ve kocaman bir evi var. Bir insan deli değilse tüm bunları bırakıp neden ormanda bir çadırda yatıp kalkmaya başlar ki?

Hadi şu manyakça “iyi düşün iyi olsun” deliliğinden vazgeçip kendinize itiraf edin: Hepiniz berbat hayatlar yaşıyorsunuz. Bunu fark etmeniz için Doppler gibi kaza geçirmeniz de gerekmiyor. Kafanıza bir elma düşmeden, hırsla sarıldığınız işinizden kovulmadan, başarısızlıklarınız yüzünden sevgilinizden tekme yemeden ve eşyalara duyduğunuz fetiş aşkınız koltuklarınızı yalama seviyesine gelmeden de pekâlâ berbat hayatlar yaşadığınızı anlayabilirsiniz. Filmi sizin için bir kez daha başa sarmamı ister misiniz?

Ailenizin gözdesiydiniz. Okulda başarılı, sosyal çevrede popüler, sevgilileriniz içinse vazgeçilmezdiniz. Yaklaşık yirmi dört senelik bir rüyanın ardından ilk iş gününüz geldi çattı ve muhteşem okulunuzda öğrendiğiniz tüm donanımla masanızın başına oturdunuz. İşe alıştınız, müdürünüze alıştınız, kredi kartlarına ve borca alıştınız, kira ödemeye, taksitle alışverişe, el yakan faturalara alıştınız. Yıllar birbirini kovaladı. On yıl kadar sonra, asla peş peşe verilmeyen o iki haftalık tatil günlerinin özlemiyle tüm senenizi geçirdiğinizi fark ettiniz. Mobilya taksitleri hiç bitmiyordu, kredi borcunuz hiç bitmiyordu, evin eksiği gediği, çocukların masrafları hiç bitmiyordu; sezon indirimlerinin sonu bir türlü gelmiyor ve kredi kartınızın borcu hiç ama hiç azalmıyordu. Huzursuz, kaygılı, mutsuz, asabi, tatminsiz, geçimsiz, suratsız ve bencildiniz. Peki ya şimdi? Ben size söyleyeyim. Şimdilerde yaşı ortayı bulmuş ve üzerindesiniz. Hala borçlu, hala çok çalışan, hala tam olamayan kadın ve adamlarsınız. Huzurunuz yok, kaygılısınız, mutsuzsunuz, asabisiniz, tatminsiz, geçimsiz, suratsız ve bencilsiniz. Ne kadar alırsanız alın, o evlerin içini, gardıroplarınızı, çekmece ve buzdolaplarınızı ne kadar doldurursanız doldurun içinizdeki o işe yaramazlık hissini bir türlü söküp atamıyorsunuz. Olmuyor. Tamamlanmıyor. Çünkü sizler berbat hayatlar yaşıyorsunuz. Ulaşmaya çalıştığınız o konforlu hayat içinizi gün be gün çürütüyor.

BU KONFOR SİZİ ÖLDÜRÜYOR

Doppler’e kulak verelim: “Banyo malzemelerini seçmek zorunda kalmam yetmezmiş gibi, şimdi bir de Irak’la ilgili taraf olmak çıkmıştı ortaya. Dünyada olan bitenin, ufak tefek işlere kafa patlatmamı gerektirmesine bozuluyordum.” Alışveriş her şeyden önemli! Evin mobilyalarının rengi, banyoda kullanılacak malzemeler, mutfak çekmecelerine yerleştirilecek o parlak çatal bıçaklar dehşet önemli. Çocukların odasının duvar kâğıtları, halılar, televizyonun boyutu, yeni kapının ağacının cinsi, yemek masasının son trende uygunluğu hayati derecede önemli. Bu muhteşem düşüncelerinizden sizleri uyandıracak herhangi bir şeyse sinirlerinizi bozmaktan, moralinizi düşürmekten başka işe yaramıyor. Ülkenin doğusunda kaç çocuk ölüyor, ülkenin batısında mülteciler neden can veriyor, kimin umurunda? Asyada, Afrikada olmadı Kuzey kutbunda neler olup bitiyor kime ne?

Çürüyorsunuz. Rahat koltuklarınızda televizyonun başında ömür tüketiyorsunuz. Kokuşuyorsunuz. Her gün bitmek bilmeyen uzun bir yolculuğun ardından vardığınız işiniz sizi bitiriyor. Deliriyorsunuz. Borçlarınız aklınızı çoktan başınızdan aldı, ilmek boynunuza dolandı. Kaçamıyorsunuz.

BAŞARI SİZİ ÇÜRÜTÜYOR

Ama Andreas Doppler sizin gibi olmak istemiyor. Konformist hayatının ona sunduğu koftiden nimetleri elinin tersiyle itip ne zaman geri döneceğini bilmediği doğanın içinde bir yaşamı tercih ediyor. Parayla alışverişi reddediyor. Başarıdan, akıllı olmaktan, kariyer sahipliğinden, prestijden ve şişkin egolarınızdan tiksiniyor. Sağ zihniyetin ardına saklandığı değerlerin tümünden midesi bulanıyor. Ormanda bir geyik vuruyor ve onun etini takas yaparak hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Kimi zaman çalıp çırpması da gerekiyor tabi. Doppler bir deli değil mi? Size şu kadarını söyleyeyim, şu yaşınıza kadar yaptıklarınıza bakacak olursak sizden daha çılgın olduğunu sanmıyorum. Bir kısırdöngünün içinde yaşamaya çalışan kobay farelerinden farkınızın ne olduğunu bana söylesenize. Döndürüp durduğunuz o çarkın size bir tek faydası var mı bir düşünsenize. Doppler şöyle diyor: “Çok başarılı oldum. Bok gibi başarılıydım.” Sonuç? Mutsuzluk, tatminsizlik ve diğer can sıkıcı onlarca his… Devam ediyor kahramanımız: “Başarılarla yattım, başarılarla kalktım. Başarılarla uyudum. Başarı soludum ve yavaş yavaş yaşamımı yitirdim.” Modern zamandan tiksinip başarının zirvesinde ormana kaçan bir adamın öyküsü Doppler. Şimdiki faydasızlar çağının sunduklarından tiksinen binlercenizden biri. İçinden çıkamadığınız o çarkı kırmaya çalışan ve bunu kimseyi umursamadan yapan yarı deli yarı çılgın bir adam. “Dünya insanlara ait değil, insanlar dünyaya ait” diyecek kadar “yıkıcı” ve bir savaşın geride kalanları ne hale getirdiğini dillendirebilecek kadar “vatan haini.” Doppler otomobillerden tiksinen bisiklet aşığı bir teknoloji düşmanı ve parayı hayatında istemeyen bir meczup.

1969 Norveç doğumlu Erlend Loe’nin “Doppler” romanı sizi eğlenceli bir dille sistemi yıkmaya, bir sabah doğada uyanmaya çağırıyor. Askerlik yapmayı reddettiği ülkesinde sivil toplum kuruluşlarında zorunlu hizmette bulunmuş, roman ve çocuk kitapları yazan, senaryolar kaleme alan bu modern zaman dervişiyle tanışmanız yolunuzu değiştirmenizde ve gün gelip bir patikaya sapmanızda size ışık tutacak.

DOPPLER
Erlend Loe
Çeviri: Dilek Başak
Yayınevi: YKY, 2016