Bilenler bilir, Kadıköylü bir şair şöyle der; “… Bu yalnızlar liginde her sene üst üste şampiyon olmuşuz da, kupalara doymuşuz da üstelik tanışmışız da bir Kadıköy akşamında, gidebilir miyiz dersin buradan uzaklara,  buradan uzaklara …?”

Aklıma Salih geldi tabii. Siz hiç Salih olmadınız, nereden bileceksiniz?  İstediği kadar anlatmaya çalışsın yukarıdan bakıp genç diyeceksiniz, kanı deli akıyor diyeceksiniz, eline şöyle iyi bir para geçecek iş bulsa, bak Hanime Hanım’in oğlu.. diye başlayacaksınız. Gazetede haber olsa içiniz sıkılmasın diye okumayı bile yarıda bırakacaksınız belki. Neden bazı akşamlar böyle içer, neden sadece içtiği zamanlarda güler yüzü hiç düşünmeyeceksiniz. Dram dizilerde, filmerde güzel. Siz hep başarı hikayeleriyle mutlu olacak, başarılı olanlarla gurur duyacaksınız. Hanime Hanım’ın oğlu hep sizin gibiler yüzünden yaşıtları tarafından nefret edilen bir  insan olacak. Size kalsa Salih’i askere yollayıp, döndüğünde takım elbise giydirip bir işe yollayıp , hamarat, evcil bir kadınla evlendirip, bir iki çocuk sahibi olana kadar rahatlamayacaksınız.

Oysa Salih kendi halinde, kendi varlığından bile rahatsız genç bir adam. Çocukluğu, ergenliği atlayıp kendini otuzlu yaşlarda bulmayı hayal etmiş hep. Ancak sancılı bir ergenlik döneminin ardından kendini daha acımasız bir dünyada bulmuş. CV’sine eklemek için gönüllü olarak çalışıyor şimdilerde. Tecrübeler birikiyor, birikimler değerleniyor. Yüksek lisansli işsizliğin tadı bambaşka oluyor. Bazı gün oluyor sevin istiyor onu, ne deseniz inanıyor, ne söyleseniz sizi kırmamak için yapmaya hazır. Bir gün bir kadını sevecek gibi oluyor ama göze alamıyor. Kapalı dünyasından çıkıp da bir başkasının hayatına girip, başkasını da kendisininkine sokmayı, o başkasının kendinden bir parçaya sonra da bir yabancıya dönüşmesini görmeye cesaret edemiyor. Kendini anlat, onu dinle, anla, kendini onunla yaşat sonra onu kendinden çıkar, kendini ondan eksilt. Yorucu, yıpratıcı şeyler bunlar, Salih’e göre değil. Kendini anlatma gereği duymadan onu anlayan biriyle karşılaştığında çıkacak mağarasından elbet.

Sırtında, elinde koca çantalar, içinde projeleri, defterleri, bilgisayarı, umutları... Kime gösterse, kime anlatsa kendini, projelerini… Salih’in en yakını ablası. Kendinden sonra en kavgalı olduğu yine ablası. Arkadaşı dostu en fazla iki. Kafası kaldırmıyor daha fazlasını. Bazen insanlara karşı çok kötü hisler besliyor. Birkaçımıza şöyle sağlam bir dayak atsa belki biraz rahatlayacak ama elinden bu da gelmiyor. Zaman zaman öyle şeyler geçiyor ki zihninden , kendini dünyanın en şiddet eğilimli insanı seçiyor. En değer verdigi şey çizgi romanları. Dosyalarında büyük ihtimalle kendi çizgi romanlarını saklıyor. Onları başkalarıyla paylaşmak, takdir edilmek, ciddiye alınmak istiyor. Düzensizlik ve uyumsuzluk yüzünden kaybettiklerini düşündükçe daha da artıyor siniri;  hem kendine hem bütün o düzen ve uyum içinde olanlara. Sinirlendikçe yazıyor, çiziyor, siliyor, karalıyor.

Bir gün umutla peşinden koşuyor hayallerinin başka bir gün ne varsa ateşe vermek istiyor. Şehrin pis havası mı kirletmiş insanları yoksa Salih mi bu denli karamsar ? Kimi zaman herşeye rağmen hepimize minnetkar. Bir görseniz Salih’i üç gün Salih sanırsınız kendinizi. Kullandığı kelimeler size bulaşır. Gün gelecek sırf geçim yapabilmek için sevmediği bir işte ömrü geçecek belki. Öyle olursa yazık olacak. Yaratıcılığı çantasında, çekmecesinde, bilgisayarında bir dosyada saklı kalacak. O kendini hep başarısız ve işe yaramaz bilecek.  Biz hiç Salih olmadık nereden bileceğiz?