Karantina günlerinin sürprizlerinden biri, Raising Buchanan (Buchanan’ı Diriltmek) adlı bağımsız komedi filmi oldu. Burada ‘bağımsız’ı özellikle vurgulamak gerekiyor, çünkü filmin ne kadar basit olursa olsun Hollywood’un anlatmayı aklından bile geçirmeyeceği bir öyküsü var.

Bir kafede çalışan, yalan söyleme konusunda hiç sıkıntı çekmeyen, bir müşterinin cüzdanından rahatlıkla para çalabilen, yani pek de ahlaklı olmayan Ruth adlı kadın, bazı maddi sıkıntılarından kurtulmak amacıyla o günlerde bir DNA araştırması için kasabaya getirilmiş bir mumyayı, ABD’nin 15. başkanı James Buchanan’ın cesedini çalıp devletten fidye istemeye karar verir. Aynı evi paylaştığı iki arkadaşının da mecburen dâhil olduğu operasyonda hiç kimse Buchanan’ın cesedi için para ödemeyi kabul etmez. 150 bin dolarla başlayan fidyeyi 30 bine düşürmelerine rağmen kimse Buchanan’ı istememektedir. Hatta eski başkanın eşcinsel olduğu söylentilerine dayanarak bir LGBT organizasyonuna bile satmaya çalışırlar ama kimse Buchanan’la ya da mezarının boş olup olmamasıyla ilgilenmemektedir.

1857-1861 arasında, yani tam da Amerikan İç Savaşı’nın öncesinde başkanlık yapan James Buchanan başarısız ve kötü bir başkan olarak tanınıyor. Filmdeki bir karakterin sözleriyle ifade edersek: “Kölelik meselesi vardı ve adam yanlış taraftaydı. Bu yüzden ülke parçalanmaya başladı. Biliyorsunuz ya, eyaletler dağılıyordu ve bu adam bunu durdurmak için hiçbir şey yapmadı. Zorlu kararlar veremeyen, omurgasız bir kariyer politikacısıydı. Tarihçiler ondan ‘işe yaramaz bok çuvalı’ diye bahsediyor.”

Buchanan döneminin insanlıkdışı uygulamalarına dair en iyi örneklerden biri Dredd Scott Davası’dır. Dredd Scott siyahi bir köleydi; eski sahibi tarafından satıldığı yeni sahibinin yaşadığı bölgenin kölelik karşıtı yasalarla yönetiliyor olmasına dayanarak 1857’de mahkemeye başvurup kendisi, karısı ve iki kızının özgür bireyler olarak tanınmasını istedi. Mahkeme yediye karşı iki oyla sadece Dredd ve ailesinin değil, Afrika kökenli hiç kimsenin Amerikan yurttaşı olamayacağına karar verdi. Gerçi aynı yıl içinde yeni sahibin de onayıyla Dredd Scott ve ailesi özel bir yasal düzenlemeyle kölelikten kurtuldu ama bir yıl sonra Dredd veremden öldü. Bu dava, kölelik karşıtı Kuzey ile köleci Güney arasındaki gerginliği İç Savaş’a taşıyan Buchanan dönemi olaylarından biriydi.

Film boyunca Ruth ile Buchanan’ın hayali tartışmalarına tanık oluruz. Başkanın politikaları üzerine, kölelik üzerine vs. konuşurlar. Örneğin bir seferinde Buchanan’ın köle sahibi olmaması ama köleciliğin gerekli bir politik uygulama olduğunu düşünmesi üzerine tartışırlar. Bu sohbetlerde Buchanan kendisini temize çıkarmak için uğraşır, sürekli “Benim yaşadığım dönemde öyle yapılması gerekiyordu” bahanesine sığınır. Ruth kütüphaneden Buchanan’la ilgili kitaplar alıp adamın bahanelerinin temelsizliğini gösterir. Ama asıl hamle Buchanan’dan gelir: Kendisini sürekli eleştiren Ruth da ahlaksız bir mezar hırsızıdır!

Yönetenle yönetilenin diyalektik dansını gösteren senaryonun tam da İç Savaş öncesindeki başkana odaklanması boşuna değil. Şimdiki başkan Trump Meksika sınırına yaptırdığı duvarla, ırkçılığıyla, cinsiyetçiliğiyle, sadece zengini daha zengin yapmakla kalmayıp fakirleri aşağılayarak ezmesiyle, Buchanan’ınkinden çok farklı bir tarihsel dönemde Buchanan’dan çok daha feci şeyler yapıyor. Zaten filmin iki sahnesinde karakterler de “Bu adam ülkenin en berbat başkanıydı” diyor, sonra bir an düşünüp herkesin aklından geçen gerçeği ekliyorlar: “Yani, ee, şey…”

Yaşadığımız günü tarihselleştirmek, PutinRTETrumpgiller dünyasını eleştirmek için iyi bir yöntem. Ama tabii ki tarihten ne kadar kötü örnek bulursak bulalım, söylenecek söz hep aynı: “Eee, yani, şey…”