Longeverne köyünün çocuklarıyla Velrans köyünün çocukları arasında komik ve dehşetli bir savaş hüküm sürüyor! Mümkün olan her konudan çatışma çıkarabiliyorlar; tüberküloz hastalığına karşı ilkokullarda yürütülen bir kampanya için hangi köy okulunun daha çok yardım pulu satacağı da kavga konusu, anlamını bile bilmedikleri bir küfür de…
1962 tarihli klasik savaş alegorisi La Guerre des Boutons/Düğmeler Savaşı’nın en dokunaklı anlarından biri, Longeverne çocuklarının Velrans’dan bir çocuğu esir alıp kıyafetinin tüm düğmelerini tek tek söktükleri sahnedir: Longeverneli veletlerin en büyüğü olan Lebrac önce ceketin, sonra gömlek ve pantolonunun düğmelerini bir bıçak yardımıyla sökerken ‘düşman’ çocuk küçük hıçkırıklarla içli içli ağlar. Gözyaşlarının tek nedeni pantolonunun ayak bileklerine düşmesine gülen ‘düşman’ların acımasız kahkahaları değildir; çocuk düğmeleri sökülürken tıpkı apoletleri sökülen bir subay gibi ‘tenzil-i rütbe’ yaşadığını düşünmektedir.

Düğmeler henüz koparılmamışken Gibus kardeşlerin en küçüğü ‘esir’ hakkında şöyle bir öneride bulunur: “Onu bir mağaraya koyalım, sırayla içeri girip osuralım. Tıpkı gaz odası gibi olur.” Filmin uyarlandığı romanda ‘gaz odası’ şeklinde bir ifade geçmiyor tabii -Louis Pergaud’nun romanı 1912’de yayımlandı. Belli ki 20. yüzyılın bu korkunç icadını filmin en şirin veledine senarist François Boyer söyletmiş, 2. Savaş’a yapacağı göndermelerin alabildiğine acımasız olması için...


Bu minyatür savaş dünyasında düğme sökülmesi o kadar onur kırıcı bir durumdur ki, ilerleyen sahnelerde ‘düşman’ eline düşen Lebrac -düğme sökme cezasının mucidi- bile, Velrans çocuklarının yanında özgüveninden taviz vermezken ‘düşman’ hatlarından uzaklaşınca kendini yere atıp hüngür hüngür ağlamaya başlar. Kulakların ya da çüklerin değil düğmelerin hedef alındığı bu savaşa dair en ilginç çatışma sahnesinde Longeverne çocuklarının Velrans çocuklarına karşı çırılçıplak olduğunu görürüz. Elbiseleri sayesinde rakiplerine oranla çok daha güvende olmalarına rağmen Velranslılar dehşet içinde kaçışır çünkü karşılarındaki çocuklar düğmelerinden, o düğmelerin ifade ettiği ya da gizlediği her şeyden kendi istekleriyle vazgeçmiştir.



Bu küçük başyapıt hafta içi Military Button Manufacturers from the London Directories 1800-1899 (1800-1899 Londra Rehberlerinde Askeri Düğme Üreticileri) adlı kitabı karıştırırken aklıma düştü. Sömürgeciliğini dünyanın en doğusundan en batısına yaydığı için uzun süre ‘üstünde güneş batmayan imparatorluk’ şeklinde tanımlanan İngiltere’nin bu korkunç sömürü ağını koruyabilmek için yaptığı askeri harcamanın ne kadar önemli bir kısmının üniforma düğmelerine gittiğini görseniz şaşarsınız.

Kitaptaki bilgilere göre şirketlerden bazıları yıllar içinde başka üretim alanlarından askeri düğme üretimine geçmiş -20 yıl boyunca at arabaları için koltuk örtüsü üretip 1820’de militarist üretimdeki kazancı gören Davies mesela- ama çoğu tam da emperyal yapıya uygun biçimde en baştan askeri malzeme üreticisi olarak kurulmuş. Garnizon bilgileri içeren düğmeler, altın ve gümüş renkli düğmeler, subayla eri ayıran düğmeler, kurşun ve süngüyle parçalanan düğmeler, kandan rengi değişen düğmeler...

Henüz 10 Ekim 2015 saldırısının etkisinden kurtulamamışken Ankara’da bir korkunç patlama daha yaşandığı sırada işte bu düğmelerin görüntülerine ulaşmaya çalışıyordum.

Saldırının gizli ve açık failleri kendi minyatür emperyal hedefleri için Türkiye’nin, Suriye’nin, tüm Ortadoğu’nun çocuklarını kan rengi düğmelerle ölüme iliklemeye çalışıyor. Şimdi tam bir ‘düğmeleri söküp savaştan çıplaklaşma’ kavşağındayız.

Söktüğümüz düğmeleri ne yapacağımıza gelince… Zarfın içine koyup gönderebileceğimiz birçok adres varken -başta Ankara’da bir kaçak yapı olmak üzere- çekmecede saklayacak değiliz ya!