Bu yazının, yani bu haftaki Köşe Vuruşu’nun mesajı şu: Gazetecinin işi soru sormaktır! Yazının gerisi bu tanımın acı bir gerçekle sınanmasından ibaret.

Ben mesajı aldım diyen, yazıyı bırakıp Twitter’da ekran kaydırmaya devam edebilir. Zira gördüğünüz üzere gayet basit ve klişe bir soru. Bunu yazmak için köşe mi işgal ediyorsun bile denilebilir hani. Öyle de, bizim coğrafyamızda bu soru sık sık kendini hatırlatıyor. Suruç örneğinde olduğu gibi. Çok değil yaklaşık bir ay önce yani haziran ortasında Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük’ün gazetecilerle yaşadığı olayı, olayın taraflarından Pınar Öğünç’ün Cumhuriyet’teki yazısının ilgili bölümüyle hatırlayalım:

“Sınırdan girenlerin nerelere yerleştirildiği sorusunun ardından ikinci olarak Die Zeit’tan Özlem Topçu, “Karşıdan gelenler tam olarak kimden kaçıyor” diye sordu. Yanıt “PKK-PYD ve Amerikan bombardımanından” oldu. Topçu’yla birlikte bütün gün sınır yakınında birlikte çalıştığımız Die Welt’ten Deniz Yücel de, “Görüştüğümüz insanlardan tam olarak böyle bir şey duymadık, siz neye dayandırıyorsunuz bu bilgiyi?” diye sordu. İşte bu basın toplantısının bittiği andı. Evrensel’den Hasan Akbaş’ın “Hiç IŞİD’in adını anmadınız. Kaçak geçiş yaptığı söylenen IŞİD’çiler Akçakale için bir tehdit oluşturuyor mu?” sorusu havada kaldı. Az sonra valinin talimatıyla yanımda duran Deniz Yücel polis kordonunun diğer yanına alındı. Buna itirazlarımıza uzayan süreçte ben, Özlem Topçu, yine Die Zeit için çalışan Onur Burçak Belli ve “Şuradaki sakallı, gözlüklüyü de alın” diye kulaklarımızla duyduğumuz, yine sorusundan hoşlanılmayan Hasan Akbaş, hepimiz artık kordonun diğer tarafındaydık.” (16 Haziran tarihli Cumhuriyet yazısı)

Bu olayın ardından Pınar Öğünç’le beraber sözü geçen muhabirlere “kimlik tespiti” adı altında gözaltı yapılıp gözdağı verilmiş oluyordu. Yine Öğünç’ün aktarımına göre, bu olayın az öncesinde etrafları bir grup insanla sarılmış ve kalabalıktan “gidin buradan”, “güvenlik sorunu falan yok, haber uydurmayın” diye bağırmışlardı.

Vali görevini yaptı
Tüm bunlar, Suruç’a 61 km uzaklıktaki Akçakale’de yaşandı. “Her iki ilçenin de yer aldığı ilin Valisi, IŞİD’çiler tehdit oluşturuyor mu?” sorusunu cevaplamadığı gibi gazetecileri de talimatla aldırıvermişti. O günlerde sorunun içeriğinden çok, Vali’nin gazetecileri gözaltına alma cüreti konuşuldu. Vali, farkında bile olmadan görevini yapmış, dikkatleri üzerine çekerek “asıl soruyu” savuşturmuştu. O sorunun cevabı, pazartesi günü Suruç’ta alındı. Yazıyı yazdığım sırada 32 kişinin katledildiği bilgisi mevcuttu. 100’ü aşkın da yaralı. Maraş gibi, Çorum gibi, Sivas gibi, Gazi gibi ‘Hayata Dönüş’ gibi bir katliam. Üstelik göz göre göre gelmiş bir katliam. Öyle bir katliam ki, soruları cevaplamayan iktidarın sorumluluğu asla ihmalle sınırlandırılmamalı. Gazetecilik ve medya içerikli bir yazıda işin o kısmına girmeyeceğim.

Suriye’ye “insani yardım” adı altında silah taşıyan tır’ların o silahları kime götürdüğü sorusu tam da bu yüzden önemliydi. Görüldüğü üzere her sorunun bir karşılığı var. Reyhanlı’da önce basını susturmaları, yayın yasağı getirmeleri bu yüzden. Twitter’da kalabalık yapan maaşlı trolleriyle, 10 bin vuruşluk yazıyı küçük kelime oyunlarına dayandırarak üste çıkmaya çalışan gazeteci müsveddeleriyle falan suyu bulandırmaya çalışmaları da bu yüzden. En basit soruları cevaplamadılar. En basit, en klişe, insanın üzerine yazı yazmaya utandığı soruyu. Oraya giden her gazeteci IŞİD’çilerin ellerini kollarını sallayarak girip çıktığını yazıp çiziyordu çünkü. Bu gürültü içinde en önemli soruları belki daha fazla sormalıydık, tekrar tekrar ve yılmadan. İşte görüyorsunuz bazen “klişe” tabir ettiğimiz için üzerinde fazla durmadığımız sorular, kendilerini acıyla dayatıyor. Hepimiz biliyorduk, görüyorduk, ama o çocukları koruyamadık. Bu da bizim pişmanlığımız olsun. Yanıtlanmayan, nasıl olsa yanıtlanmadı diye üzerinde günlük sosyla medya lakırdıları kadar durmadığımız her soruyu tekrar tekrar sormak için bir ders. Bu yazı da en basit gerçeği hatırlatmak için yazıldı: Gazetecinin işi soru sormaktır!