İzmir Büyükşehir Belediyesi başlıktaki üç noktanın (…) yerine koyduğu “mümkün”le örnek bir tarım politikası yürütüyor. “Mümkün” bir olasılık ifadesi ve aslında o üç noktanın yerine koymamız gereken sözcük “zorunlu.”

Başka bir tarımı beceremezsek, ülke çöl, insanlarımız da yoksul ve aç olacaklar!

2014’te, bu köşede, hayatın her koşulda yaşamaya değer olduğunu anlatmak için, 12 Eylül’ün meşhur cezaevi Mamak’tan bir anımı aktarmıştım.

Mamak’ta, bazen parasızlıktan adam başı yarım elma dağıtılan kalabalık bir komünde olduğunuzu düşünün: “Saat 4’te dağıtılacak elma, saat 3’ten itibaren ağzınız sulanmaya başlar, Pavlov’un köpekleri gibi. Sonra elinize alırsınız o elmayı. Koğuşun en size ait, en mahrem köşesine çekilir ve bir süre gözlerinizle yersiniz yalnızca. Parmaklarınızla okşar, koklarsınız. Beş duyunuzla da teker teker tadarsınız o yarım elmayı. Öyle asla dişlemezsiniz hoyratça. Küçük bir parçayı damaklarınız arasında sıkarsınız. Sıkar, sıkar, sıkarsınız... İnanılmaz bir tadı vardır o yarım elmanın.” Yokluktan gelen bir tat!

Geçen gün, Ankara’da, daha çok orta sınıf ailelerin alışveriş yaptığı zincir marketlerden birinde kirazın kilosunun 59.50 TL olduğunu görünce, o yarım elma başka bir bağlamda geldi oturdu aklıma.

Çoktan “zorunlu” hale gelmiş “başka bir tarım”ı gerçekleştiremezsek, ülke, beslenmenin bir askeri faşist dönemin cezaevlerine benzediği; ekmeği bulmakta zorlandığımız, elmanın yarım yenilebildiği ve kirazın ancak seyredildiği bir yer olacak! Abartı değil bu cümleler.

2001 yılından bu yana Türkiye’deki toplam tarım alanları yüzde 8 oranında, işlenen tarım alanları da yüzde 12 oranında azalmış. 3 milyon hektar buğday ekim alanı ortadan kalkmış, buğday ve samanı ithal eder olmuşuz. TÜİK verilerine göre; tarımda çalışan nüfus 2002’de 7 milyon 458 bin kişiyken, 2020 Şubat ayı itibariyle 4 milyon 157 bin kişiye gerilemiş. Yani, son 18 yılda 3 milyon 301 bin kişi tarımsal üretimin dışına çıkmış ve tarımda çalışan kişi sayısı yüzde 44 azalmış. Tarım ürünlerinde ithalatın payı hızla artmış, 2002 yılında tarımın gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payı yüzde 10,27’yken bugün bu pay yüzde 5’lere gerilemiş. 2002 yılında yüzde 8,7 olan tarım sektöründeki büyüme hızı, 2018’de yüzde 1.3’e düşmüş.

Bu verileri dikkate alan bütüncül “İzmir tarımı” stratejisi; tarımda dışa bağımlılığı sona erdirmeyi ve kadının tarımdaki yerini güçlendirmeyi hedefleyerek, Türkiye iklimi ile uyumsuz ithal tohum ve yabancı ırkların teşviki politikalarını tersine döndürerek, köylerin boşalmasını durdurup köyde üretimi destekleyerek, kooperatifleşmeyi önceleyerek, ülkenin “Mamak Cezaevi modeli beslenme rejimi”ne mahkûm edilmesinin önüne geçme çabası.

1,5 milyon insanın ekmeğini tarımdan kazandığı İzmir’de, kuraklığa ve yoksulluğa karşı savaş açılarak, ülke geneline örnek olacak bir başarı hikâyesi yaratılmaya çalışılıyor. Bu çalışma; “Tarladaki tohum aşamasından, şehirdeki vatandaşın sofrasına gelene kadarki tüm halkaları, tek tek mercek altına alarak bunların doğayla uyumlu ve insan sağlığını koruyacak şekilde nasıl yapılması gerektiği konusunda, temel tasarruf ve kararları ortaya koyan” bir yaklaşımla yürütülüyor. “Çiftçinin üreteceği ürünün deseninden başlayarak bu ürünün işlenmesi, katma değerinin yükseltilmesi, markalaştırılması, nakliyesi, ulusal ve uluslararası piyasalarda satışının yapılması gibi çok katmanlı ve aşamalı bir sistemi inşa etme” anlayışıyla yürütülüyor.

O çalışmalardan bir başarı öyküsü yaratmak hepimizin sorumluluğu. Ekmeği yalnızca koklamak, kirazı seyretmek, eti düşlemek istemiyorsak, artık başka bir tarım zorunlu!