Başta toprak ve su olmak üzere doğaya saygılı bir üretim tarzının kurgulanması, gıda egemenliğine dayalı bir politik hattın benimsenmesi, uygulamaların toplumsallaştırılması ve geleceğe taşınması, İBB tarım/gıda politikalarının esaslarını oluşturacaktır

Başka bir tarım ve gıda rejimi mümkün

Gökhan Günaydın*

Tarihi kaynaklardan öğrendiğimize göre, 17 inci yüzyıldan başlayarak 20’inci yüzyılın ilk çeyreğine kadar, bugünkü Türkiye’nin sınırlarını oluşturan Anadolu ve Trakya topraklarında nüfus hiçbir zaman 10 milyonu geçmemişken, İstanbul’un nüfusu 350 bin ila 500 bin aralığında dolaşmıştır. Bu veri, İstanbul’un kadim kent kimliğine işaret ederken, “payitahtın” gıda tedarik usullerini anlatır tarihi belgeler, araştırmacılar için daima zengin bir çalışma alanı oluşturmuştur. Kısacası, geçmişte ve bugün, İstanbul denilince akıllara üretimden daha çok tüketim gelmektedir.

Bununla birlikte, asıl olarak İstanbul, zengin bir biyoçeşitliliğe ve endemik türlere sahip, önemli ölçüde tahrip edilse de kent bostanları ve periferisindeki tarım arazileriyle bitkisel ve hayvansal üretim açısından ciddi potansiyel barındıran bir kent niteliğindedir.

Buna karşılık 21 inci yüzyılın ilk çeyreğinin tamamlanmak üzere olduğu zaman diliminde, 16 milyonu aşkın nüfusuyla İstanbul, tarım potansiyeli tümüyle ihmal ve hatta inkâr edilmiş, gelir dağılımı uçurumunun en sert ve en yakın biçimde yaşandığı bir cangıl halindedir.

O kadar ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) iki turlu bir seçim sürecinden sonra kazanıldığında, Gıda ve Muhtarlıklar Daire Başkanlığı adı altında, tarım sözcüğünün kavramsal ve içerik açısından dışlanmış olduğu bir yapı ile karşılaşılmıştır.

Kır ve kent yoksulları yararına yeni bir düzen inşasını hedef seçen bir anlayışın, çalışmasının odağına tarımı almasından daha doğal bir şey yoktur. Bu çerçevede, Haziran 2019’u takip eden dönemlerde, Başkan İmamoğlu’nun seçim sürecindeki vaatleri daha da geliştirilerek, 5 yıllık bir tarım ve gıda çalışma planı oluşturulmuştur.


Bu planın ilk somut uygulamalarının 2020 baharında ortaya konulması kararlaştırılmışken, aniden patlayan pandemi süreci meseleyi bir acil durum ve kriz yönetimine dönüştürmüştür.

Kriz öncesi ve ivedilikle başlatılan büyük proje, İstanbul’un süte ulaşamayan kent yoksulu çocuklarına süt dağıtım projesidir. Bu bağlamda, ailesinin kent yoksulu niteliği nedeniyle süt içemeyen 3 ila 6 yaş arası çocuk ve hane sayısı, İBB eski kayıtları üzerinden çıkartılmış ve yaklaşık 100 bin çocuğa ayda 750 bin litre düzeyinde süt sağlama gereği ortaya konulmuştur. Böylece, bir taraftan İstanbul çevresinden miktar ve kalite itibariyle süt temini için gerekli araştırma ve destek çalışmaları sürdürülürken, diğer taraftan bilinen ve kaliteli bir süt kaynağı olarak, Tire Süt Mahsulleri Kooperatifi ile anlaşma yapılmış ve 16 Ekim 2019 tarihinde, Dünya Gıda Günü’nde yapılan bir lansmanla süt dağıtımına başlanılmıştır. Dağıtım, belediyeye ait 60 süt kamyonetinde görev yapan birer şoför yanında sosyolog ya da sosyal hizmet uzmanı kadın çalışanlarımızın emeğiyle gerçekleştirilmektedir. Dağıtım esnasında aynı zamanda veri güncellemesi yapılmakta, sosyal ve ekonomik durumu itibariyle listeden çıkarılan ve listeye eklenenler olmaktadır. Bu çerçevede İBB’nin her gün bir bardak süt sağladığı çocuk sayımız 115 bine çıkmıştır.

Bu çalışmalara eş zamanlı olarak, İstanbul Damızlık Süt Üreticileri Birliği ile yapılan görüşmeler kapsamında, Birliğin mali yapısı ve üye sayısı incelenmiş, kapasitesi değerlendirilmiş ve süt toplama tankerleri, tankları ve süt soğutma tesislerinin yenilenmesi sağlanmış, üretilen sütün kalitesi (1 ml sütte bulunması gereken en çok bakteri ve somatik hücre sayısı, sütün antibiyotik ve pestisit barındırmaması vb) sürekli izlenmiş ve Birlik ve üretimi arzu edilen düzeye geldiğinde İBB ile İstanbul Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği arasında sözleşme imzalanmıştır. Bu bağlamda, Nisan – Kasım döneminde ağırlıklı olarak Silivri – Çatalca meralarında otlayan hayvanların sütleri, Haziran 2020 ayından itibaren İBB tarafından çocuklara dağıtılmaktadır. Bu proje kapsamında, bölge köylerine ayda 3 milyon TL düzeyinde bir kaynak aktarılmaktadır. Böylelikle kır ve kent yoksulları arasında dayanışma sağlanmakta, yoksulluğu yöneterek sömürmek değil, yoksulluğu üretim üzerinden yok etmek politikası izlenmektedir.

Türkiye’de 1980’li yıllardan bu yana tarımda sürekli bir gerileme görülmekte olup, özellikle son yirmi yılda uygulanan politikalarla ekilebilir alan miktarı 35 milyon dönüm, üretici sayısı 700 bin kişi azalmıştır. Bu tablonun üzerine gelen korona virüs pandemisi, Türkiye’de yıllardır üstü örtülen tarım ve gıda krizini açığa çıkarmış, toplumun bu alandaki duyarlılığı artmıştır. Bu durum, kriz çıkan üretim bölgelerine İBB’nin müdahalesini de zorunlu hale getirmektedir. Bu kapsamda, Ocak ayı başında ihracatı ön izne bağlanan, başka bir deyişle fiili olarak yasaklanan limon, patates ve soğan fiyatları, ihracat bağlantılarının iptal edilmesi ve iç talebin de gıda zincirinin lokanta-restaurant-otel vb noktalarının devreden çıkmasıyla önemli ölçüde düşmesi sonrasında dibe vurmuş, üretici iflas noktasına sürüklenmiştir. Bu çerçevede öncelikle fiyatı marketlerde 15 TL düzeyindeyken bahçede 4 TL’ye düşen limona müdahale edilmiş ve Mersin Büyükşehir Belediyesinin de ortak olduğu Tarsus’ta bulunan bir kooperatiften 100 ton limon alınarak İstanbul’da gıda yardımlarıyla halka dağıtılmıştır. Aynı şekilde, patateste 2 TL’nin, soğanda 1 TL’nin altına düşen fiyatlar bağlamında, İBB’ye ulaşan taleplere duyarsız kalınmamış ve 100’er ton alım bağlantısı yapılarak ürünler sosyal yardımlarla halka dağıtılmaya başlanmıştır. Adana’da patates ve soğan alanında kooperatif ya da üretici birliği olmadığı için, alımlar doğrudan üreticiden yapılmıştır. Üç üründe de, İstanbul’un ardından Ankara Büyükşehir Belediyesi de 50’şer tonluk alımlar yapmış, böylece dayanışma ağı daha da genişletilmiştir. Şüphesiz bu alımlar, tek başına piyasayı regüle edecek derinliğe ulaşamaz.

Ancak Büyükşehirlerin sorunun üzerine giderek alım yapmaları, merkezi hükümetin yanlış/yetersiz tarım/gıda politikalarını deşifre etmekte ve böylece konu toplumsallaşmaktadır. Buna yönelik reaksiyon ise, kimi zaman limon örneğinde olduğu gibi kumpas girişimleri ile kendisini göstermekte, kimi zaman ise Bakanlıklar tarafından her üç üründe de ihracat kısıtlamalarının belirli miktarlar üzerinden kaldırılması sonucunu doğurarak üreticinin kısmen de olsa rahatlamasına neden olmaktadır.

Türkiye’de pandeminin en yoğun olduğu aylar, aynı zamanda fide dikiminin de yapılması gereken aylardır. Buna karşılık mevcut kır yoksulluğunun üzerine gelen pandemi süreci, üreticinin fide ve diğer girdiler için finansman bulamama sorununu gündeme getirmiştir. Durumu bu yönüyle değerlendiren İBB yönetimi, üreticiye fide desteği yapma kararı almıştır. Bu bağlamda İstanbul’un Silivri, Çatalca, Arnavutköy, Şile, Beykoz, Sarıyer, Pendik, Başakşehir ve Büyükçekmece olmak üzere toplam 9 ilçesinde, 82 köy/mahallede domates, salatalık, biber, patlıcan ve karpuz olmak üzere toplam 3 milyon 591 bin fide dağıtımı yapılmıştır. Sözü edilen desteğin finansmanı 3,5 milyon TL’nin üzerinde gerçekleşmiştir. Pandemi sürecinin belediye gelirlerini önemli ölçüde aşındırdığı süreçte İBB’nin sağladığı bu destek, bütçe tahsislerinin arkasındaki politik kararlılığı göstermesi açısından çok önemlidir. Aynı zamanda fide dağıtılan alanlardan alınan topraklar tahlil ettirilmiş, sözü edilen tahlillerin sonucuna dayanılarak ve ürün özelinde üreticiye bitki besleme tavsiyeleri verilmiştir. Hastalık ve zararlılarla mücadelede kültürel-fiziksel-biyolojik önlemler başta olmak üzere, entegre bitkisel savaşım yöntemleri de aynı şekilde üreticiye tavsiye edilmektedir. Bu çalışmaların bir devamı niteliğinde olmak üzere, 9 ve 10 Temmuz tarihlerinde Pendik, Beykoz, Silivri ve Çatalca’da düzenlediğimiz toplantılarda, uzman ziraat mühendisi arkadaşlarımız, fide dağıtılan tüm üreticilere yönelik olarak yaptıkları bilgilendirmelerle, endüstriyel tarımdan doğal tarıma geçiş sürecinin gerekli zaman dilimi içerisinde planlanması çalışmasını başlatmış durumdadırlar. 11 Temmuz 2020 Cumartesi günü Pendik/Göçbeyli köyünde İBB, tarihinde ilk kez Hasat Bayramı yapmıştır. Özellikle Kadın üreticilerimizin yoğun ilgi gösterdiği bayramla, İstanbul’da kurmak istediğimiz yeni tarım ve gıda düzenine yönelik farkındalık yaratılmıştır. İzleyen gün olan 12 Temmuz 2020 tarihinde ise, Kadıköy’de bulunan Tarihi Salı Pazarı’nda üretici ve kooperatifler pazarı kurulmuştur. Pazara, İstanbul’da üretim yapan üretici köylüler yanında, Türkiye’nin dört bir tarafından gelen üretici kooperatifleri ve birlikleri de katılım sağlamışlardır. Böylece, sağlıklı ürünlerin üreticiden halka aracısız sunulması yolunda önemli bir kanal oluşturulmuştur.

baska-bir-tarim-ve-gida-rejimi-mumkun-758720-1.
İBB tarafından Kadıköy’de üretici pazarı açıldı.

Pazar konusunun biraz daha ayrıntılandırılmasında yarar vardır. Kadıköy’de üretici ve tüketici kooperatiflerinin birlikte çalışma deneyimini kazanacakları, üreticiden tüketiciye doğrudan tarım ürünü ve gıda tedarikinin kurulacağı bir pazar oluşturma çalışmalarını, tümüyle demokratik bir anlayış içerisinde yaşama geçirmeye çalıştık. Bu bağlamda yurt çapında örgütlenmiş üretici kooperatifleri ve İstanbul’da örgütlenmiş tüketici kooperatifleriyle bir dizi toplantı gerçekleştirdik. Üretici kooperatifleriyle yaptığımız toplantılarda, İBB ile işbirliği yapmak isteyen kooperatiflerin işleyiş biçimlerinin demokratik olması, risturn ödeme esasının tüzüklerinde bulunması, çocuk emeğinin kullanılmasının yasaklılığı, kadınların söz ve karar süreçlerinde eşit ve /veya pozitif ayrımcılık esasında kooperatif yaşamına katılmaları, üretim biçimlerinin halen içinde bulundukları endüstriyel tarım ilişkilerinden bir zaman planlaması içinde doğal tarıma doğru evrilmesi konusunda İBB ile birlikte çalışmaya söz vermeleri vb hususlar üzerinde durulmuştur. Üretici kooperatiflerinin böyle bir dönüşüm süreci içine girme konusuna olumlu yaklaştıkları izlenimi edinilmiştir. Tüketici kooperatiflerinin ise, kendi aralarında bazı temel konularda ciddi sayılabilecek görüş ayrılıkları içinde oldukları gözlenmiştir. Sonuç olarak İBB, kendi anlayış ve iradelerine sahip bulunan tüketici kooperatifleri üzerinde bir dominasyon iddiası içinde değildir; sahip olduğu demokratik yaklaşım buna izin vermez. Bu bağlamda, uygulanabilecek belirli ilkeler üzerinde beraber çalışmak isteyen kooperatiflerle, pazarın işleyişi de dâhil olmak üzere birlikte karar alma ve uygulama süreçlerini başlatacağız. Bu kapsamda, İBB’nin ve sözü edilen mekânın olanakları doğrultusunda, kooperatiflere depo-araç gibi desteklerde de bulunacağız.

Son olarak değinmek istediğim konu ise, halk marketler ve halk lokantaları alanındadır. Halk marketlerden başlayalım. Pandemi sürecinde kriz çıkan ürün ve üretim bölgeleri ile dayanışma içinde olmak ve satın alınan ürünleri gıda yardımları üzerinden halka ulaştırmak, dönemin koşullarına özgü ve geçici uygulamalardır. Pandemi sonrası, Anadolu üretimi ile İstanbul tüketimi arasında doğrudan bir ilişki kurma mekanizmasının oluşturulması gerekmektedir. Bu bağlamda, ilgili mevzuat uyarınca Anadolu’dan satın alınan ürünlerin İstanbul’da pazarlanabilmesi için İBB İştiraki İSYÖN AŞ, Bayrampaşa Hali’nde bir dükkân edinmiştir. Böylelikle atılan ilk adımdan sonraki ikinci adım ise Halk marketlerin kurulmasıdır. Burada yanıtlanması gereken birkaç temel soru bulunmaktadır: İstanbul’da hangi öncelikte, hangi derinlikte ve hangi temel/yan amaçlarla halk market kurulmak istenilmektedir? Sırasıyla yanıtlamaya çalışalım. Öncelikle sözü edilen uygulamayla İstanbul’un kent yoksullarının ucuz ve sağlıklı gıdaya erişmeleri amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, İBB gıda yardımı taleplerinde öne çıkan ilk on ilçe olan Esenyurt, Bağcılar, Küçükçekmece, Sultangazi, Bahçelievler, Ümraniye, Pendik, Sancaktepe, Esenler ve Gaziosmanpaşa’ya öncelik verilecektir. Burada altını çizmek isterim ki, Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy gibi refahı daha yüksek bölgelerde de daha düşük gelirlerle yaşamaya çalışan yurttaşlarımızı ihmal etme anlayışı içinde olmayacağız; ancak salt sayılan bölgelere konsantre olan yapılarla bir amaç farkı içinde olduğumuz da ortadadır. İkinci temel yanıt, “piyasa derinliği” karşısındaki konumunuza ilişkindir. İstanbul’da yılda 4 milyon tona yakın yaş meyve sebze tüketimi söz konusudur. Bu miktar ürün, gerek haller üzerinden yerel bakkal ve marketlere gerekse büyük market zincirlerinin doğrudan üreticiden satın alması yoluyla satışa sunulmaktadır. İBB bu derinlikte bulunan bir piyasayı iktisadi anlamda regüle etmek iddiasında değildir, gerçekçi olmak gerekirse bu mümkün de değildir. Ancak İBB, kuracağı lojistik hattıyla, zarar etmeden ve hatta düşük kar marjlarıyla, piyasadaki fiyatların oldukça altında sebze meyvenin piyasaya sunulabileceğini gösterecektir. Bunu hem kiralama ve/veya kendi mülkü üzerinde tesis edeceği marketlerle yapacak hem de bakkallarla kuracağı franchise anlaşmaları üzerinden hayata geçirecektir. Bu bağlamda, İBB ile çalışmak isteyen bakkallar, belirli kurallar ve limitler dahilinde, İBB’nin sağlayacağı ürünleri, belirlenen fiyatlarla satışa sunacaklardır. Sistemin İstanbul kart ile entegre edilmesi, sosyal yardımlardan yararlanan yurttaşlara daha çok alışveriş noktası sağlayacağı gibi, market zincirleri karşısında giderek yok olan mahalle bakkalı kültürünün de devamına olanak tanıyacaktır. Bu uygulama, nihai olarak, “yerel esnafla halk market sisteminin rekabet edeceği ve böylelikle esnafa zarar verileceği” tezini de çürütmüş olacaktır. Diğer taraftan, halk market sisteminde nihai amaç, üretim ve tüketim kooperatiflerinin birlikte halk market sisteminin sahibi olmalarıdır. Başka bir deyişle, başlangıçta İBB’nin mali ve teknik olanaklarıyla kurulumu gerçekleşecek halk marketler, sistem oturdukça kooperatiflere devredilecek ve böylelikle kır ve kent yoksulu örgütlerinin birleşmiş gücü, sistemi çalıştırmaya başlayacaktır. Görüldüğü gibi, İBB’nin kurmaya çalıştığı halk market sisteminin, ne geçmiş seçim döneminde göz boyama amacıyla kurulan çadır satışlarıyla ne de halen TKK’nin yürüttüğü market sistemiyle bir ilgisi ya da benzerliği bulunmamaktadır. Yapının amacına uygun bir şekilde devamlılığı ise, kurucu iradenin (İBB ve kooperatifler) kendisini geleceğe taşıma gücü ile orantılı olacaktır.

İBB tarım gıda süreçlerini yürüten kadrolar, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası içinde, o kültüre katkıda bulunurken aynı zamanda o kültürden öğrenmiş kadrolardır. Bu çerçevede başta toprak ve su olmak üzere doğaya saygılı bir üretim tarzının kurgulanması, gıda egemenliğine dayalı bir politik hattın benimsenmesi, küçük çiftçiliğin korunarak desteklenmesi ve geliştirilmesi, kır yoksulu üreticilerin hakları yanında kent yoksullarının sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşmalarının sağlanması gibi temel ilkeler çerçevesinde yürütülecek uygulamaların toplumsallaştırılması ve geleceğe taşınması, İBB tarım/gıda politikalarının esaslarını oluşturacaktır.

*CHP PM Üyesi ve İBB İSYON Yöneticisi