Pandeminin ‘olağanüstü hali’nde 10 ayı geride bıraktık. İlk vakanın açıklandığı 11 Mart 2020’den bu yana ölümler de karantina ve sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte yoksulluk da arttı, gelecek hâlâ belirsiz. Yoksullukla ilgili hep hastalıklar, barınma sorunu hatta açlık konuşuldu ama kimsenin aklına gelmeyen, temiz içme suyunun bile birçok kişi için lüks kalmasıydı.

Derin Yoksulluk Ağı, bu süreçte dayanışma kampanyası ile destek gönderdiği İstanbul’un 12 ilçesinden 103 kişiyle görüşerek hazırladığı ‘Pandemi Döneminde Derin Yoksulluk ve Haklara Erişim Araştırması’nda yoksulluğun haritasını çıkarmıştı. Araştırmacılara konuşan “en alttakiler” temiz içme suyuna bile ulaşamadıklarından yakınıyordu. Bazı aileler musluk suyu içiyor, bazıları musluk suyunu kaynatıp soğuttuktan sonra içiyor, bazıları ise sadece çocukları için içme suyu alıyor:

“Biz musluktan içiyoruz çocuğa pet şişeden alıyoruz.” (Vahdet, Ümraniye)

“Çeşme suyu içiyoruz bazen. Bir kere küçük çocuğa içirdim, bağırsak iltihabı oldu. Artık vermiyorum. Bazen akrabalardan alıyorum, olmayınca çeşmeden içiyoruz.” (Gülay, Çekmeköy)

“Bazen suyu dolduruyorum akşamdan bekletiyorum sonra kaynatıp soğutuyorum. Büyük kızım lösemi atlattı, ona hazır su alıp tutuyorum bizimkilerden ayrı.” (Sema, Beyoğlu)

Hatta bir aile, çöpten buldukları su şişelerinde kalan suları içtiklerini söyledi: “Valla yemek gibi aynı, çöplerden buluyoruz, inşallah bir şey yoktur içinde diye içiyoruz.” (Yasemin, Çekmeköy)

Sigortalı işlerde çalışmadıkları için “kısa çalışma ödeneği” denilen göstermelik maaşı alamıyorlar, günlük çalışıp kazandıkları için yasak günlerinde para kazanamıyor, kiralarını faturalarını ödemeyi çoktan bıraktılar, sadece yiyecek ve su gibi en temel ihtiyaçlarını karşılama peşindeler.

“Vallahi nasıl diyeyim. Aç yattık aç kalktık, komşularda olan olmayanla paylaştı. Gittik kuru ekmek aldık çayla onu içtik. Yemek pişti desem yalan olur. Çıkabildiğimiz zaman işe çıktık para yapmaya çalıştık. Borç aradık, 100 lira borç bulup onla idare etmeye çalıştık. Sizin gönderdiklerinizle yaşadık ne diyeyim yoksa her günümüz aç geçecekti, biz de market çöplerine gidecektik. Aç kalınca insan her şeye sinirleniyor, kendi haline, neden böyle olduğuna, topluma sisteme düzene her şeye...” (Mehmet, Ataşehir)”

“Normal” zamanda tezgâhında çiçek satarak geçinen Mehmet için marketlerin önünde kuyruğa girmenin anlamı bile farklı: “Tabii marketlerin önünde kuyruk olur, dolabın dolu değilse olur. Ha olur da o gün üç beş kuruş bir şeyin varsa olur. Yoksa o da olmaz. Bak inan o yasak geldiği gün az biraz paramız olsa marketlerde daha çok kuyruk olurdu. Gitmek isteyip gidemedi insanlar. Çünkü bizim gibi o gün kazanıp o gün yiyen, bir aylığı olmayanların evinde iki günlük, üç beş günlük yemeklik olmuyor. O günün yemekliği oluyor, kalırsa yarına kalıyor. O da o gün işe çıkabildiyse.”

Yani sokağa çıkmanın yasak olduğu hafta sonları birçok aile aç oturuyor evinde. Bazıları için dört duvardan ibaret o evler ellerinde kalan tek şey: “Kağıda çıkabilirsek oradan gelen parayı kirayı vermek için saklıyoruz. Market önlerinden ezik domates, çürük patates ile gıda topluyoruz, gıdaya para vermemek için.” (Deniz, Çekmeköy)

Ev dedikleri de çoğunlukla tek oda, dört duvar: “Bizim evde bir oda var, ne yapsan olmuyor. Hepimizin yattığı kalktığı oturduğu çocukların ders çalıştığı yemek yediğimiz hepi topu bir oda. Düşün ki hepimiz evdeyiz.” (Candan, Ataşehir)

“En büyük hayalim, musluğu çevireyim suyum aksın, makinem olsun çamaşırlarım dönsün kendi kendine temizlensin. Elektrik de yok burada, çocuklar da istiyor rahat etsin ama elimizden gelen bu. Tek oda, mutfakla tuvalet aynı yerde zaten musluk akmıyor. Burama kadar geldi ama ne yapacaksın.” (Gülbahar, Şişli)

Bazılarında o ev de yok: “Barakada oturuyoruz. Evi su basıyor, çamur oluyor yağmur yağdığında. Fareler oluyor. Bir göz odadayım zaten, terliklerle ayakkabılarla içeriye giriliyor. Leğende yıkanıyorum, tuvaletim evin dışında.” (Nursu, Çekmeköy)

“Aç kalınca insan her şeye sinirleniyor, topluma sisteme düzene her şeye…” diyen çiçekçi Mehmet haksız mı?