İğneada’dan Hopa’ya Karadeniz’i kim bilmez. Orada doğanlar orada ölmek ister. Hani derler ya, “toprak çeker”. Bir gören, bir daha görmek için...

İğneada’dan Hopa’ya Karadeniz’i kim bilmez. Orada doğanlar orada ölmek ister. Hani derler ya, “toprak çeker”. Bir gören, bir daha görmek için can atar. Görmeyenler bile görenlerin anlatımından yola çıkarak en kısa zamanda düşlerinde canlandırır Karadeniz’i. Denizden karaya yükseldikçe değişen bitki örtüsü insanı şaşkına çevirir. Karadeniz fauna ve florası, akademisyenlere deniz derya bir konudur incelemek için. Cide dağlarında Fransız bilim insanlarının hırsızlama gezilerine az tanık olmadık hani.. İşte yine aynı şey oluyor. Karadeniz diye başlayınca klavyede parmaklar sanki kemençe çalıyormuş gibi oynamaya başlıyor. Oysa bu yazıya ne Karadeniz’i anlatmak  ne de parmaklarımın klavyede horon oynaması için başlamıştım. Karadeniz yine yaptı yapacağını beni sakin sakarcık dalgalardan aldı  duvar yıkan dalgalara attı. Oysa niyetim bir süredir Karadenizlileri sokağa döken Hidroelektrik Santrallerden söz etmekti. Güzellikleri zaten bilen biliyor bize yine çirkinlikleri ortalığa dökmek, yaratanların maskelerini indirip berbat suratları teşhir etmek kalıyor. Keşke olmasaydı diye bir televizyon programı anımsıyorum. Keşke olmasaydı, keşke çirkinlikler yerine güzellikleri yaşayıp, güzellikleri anlatsaydık. Gelin görün ki finans kapital zorbanın kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz. Zorba ama ne zorba. Zalim, acımasız, bencil, içinde yaşadığı ortamın felaketi kendi felaketi de olabileceğini anlayamayacak kadar gözü dönmüş, hırstan körleşmiş. Aynı zamanda madrabaz, hilebaz, göz boyayıcı ve oportünist. Her türlü haltı yeyip, insanlığın canına okurken öte yandan insanlık için bulunmaz bir nimet gibi kendini sunmayı çok iyi biliyor. Kendini öyle pazarlıyor ki; sanırsınız zorba olmasa dünya çökecek. İşsize ekmek kapısı o. Zarar eden KİT’leri alarak ülkeye kazandıran o. Verdiği vergilerle memleketi ihya eden o.
Karadeniz dedik ya, o güzelim dağlardaki bir yanı uçuruma bakan sarp yamaçlara doğru tırmanan bir patikada dalgın dalgın yol alan Temel’in ayağı kayıveriyor. Doğru uçuruma. Zor bela bir dala tutunuyor ve avazı çıktığı kadar bağırıp yardım istiyor; “Çimse yok miii?”. İstiyor istemesine de gelen giden yok. Temel bir kez daha bağırıyor; “Çimse yok mii?” Zaman geçiyor, Temel yoruluyor. Ya dal kopacak yada Temel’in kolları. Derken yükseklerden bir ses;” Ey sevgili kulum! Emirlerime uyduysan korkacak bir şey yok, yerin cennet demektir. Bırak kendini!” Temel aşağıya, uçuruma bakıyor bir kez daha can havliyle; “Başka çimse yok miii?”
Kendinden başka kurtarıcı yokmuşçasına ortalıkta boy gösteren Finans kapital zorba ve taşeronlarını gördükçe insanın bağırası geliyor; Başka kimse yok muuu?”
Zorbanın taktik  ve yöntemleri belli. Kendi dünya ölçeğinde, Dünya Bankası, İMF’si; G20 örgütlenmeleri, NATO’su ile bütünleşik hareket ederken. Avrupa Birliği gibi birlikler kurarken diğer taraftan da karşısındaki her şeyi bölüp, parçalayarak hegemonyasını sürdürmek peşinde. Balkanlarda, Afrika’da, Asya’da mikro milliyetçiliği besleyip ülkeleri dağıtmakta. Ülkelerde çalışma hayatına müdahale edip, sendikal örgütlenmeyi işlevsizleştirmekte, taşeronlaştırmalarla, kayıt dışı çalıştırmalarla çalışanları örgütsüz bırakıp dağıtmakta.
Benzeri bir bölme, parçalama işlemini de enerjide gerçekleştiriyor. :Özellikle elektrik enerjisinde bütünlük anlayışı olmazsa olmaz iken çıkarları gereği üretimi, iletimi ve dağıtımı bir birinden koparıyor. Bütünlüklü bir yaklaşım olmayınca da sermayenin kâr hırsına mahkum, saldım çayıra mevlam kayıra bir ortam kaçınılmaz oluyor. Ülke enerji yönetimi de Bakanlık, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu( EPDK), Özelleştirme İdaresi, DSİ, Çevre Bakanlığı, lobiler  gibi çok parçalı bir hale getirilince ortada ulaşılabilecek ucuz, kaliteli enerji kalmadığı gibi ekolojik katliamın da önü açılmış oluyor. Oysa bütünlüklü, kamu yararı gözetilerek bir enerji politikası hayata geçse bunların pek çoğu yaşanmazdı. Düşünün bir verimlilik yasası çıkıyor ama yasaya rağmen en verimsiz enerji politikası uygulamaları ülkede sahne alıyor. Doğalgaza bağımlılık giderilemezken, rüzgârdan yeterince yararlanılacak alt yapı yapılamazken, Karadeniz’de bir parça elektrik uğruna geri dönülmez tahribatlara yol açılıyor. Diğer taraftan petrol bağımlısı bir ülke değilmişiz gibi, karayolları yasası değiştirilip bölünmüş yollarda hız arttırımına gidiliyor. Oysa her bir  kilometresaat hız artımı daha fazla petrol tüketimine yol açmıyor mu? Üstelik oluşacak kazalarla meydana gelen can ve mal kaybı da cabası. Fakat bütün bunlar finans kapital zorbanın umurunda değildir. O sadece yarın ne kadar daha fazla kazanırım hesabı yapar. Bunu yaparken de dünya batmış ne umurunda.
Üstelik bütün bunlar gerçekleştirilirken yukarıda da sözünü ettiğim gibi zorba; “çekinmeyin ben buradayım, bakın alanı boş bırakmadım işte EPDK’yı kurdum ki piyasayı düzenlesin, halkın da çıkarını gözetsin” derken düzenleyici, koruyucu dediği EPDK özel sektörün bir alt birimi gibi çalışmakta. EPDK’nın bu durumu Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu Raporu’nda bile saklanamayarak yer alacak kadar ayan beyandır. İşte bu günlerde yeni yeni özelleştirilip devredilen dağıtım şirketleri birer birter AKTAŞ’laşmaya başladı. Elektrik kesintileri sık sık yaşanır olurken, özel sektör devletten ve halktan çalıp çırpmaya başladı.
Hal böyle iken zorbaya halkı kandıracak malzeme vermekten kaçınılarak, sanki elektrik üretimine karşıymış gibi bir durum yaratan söylemlerden kaçınılmalıdır. Rüzgâra, suya karşı imiş gibi bir görünüm verilmemelidir. Asıl sorunun enerjinin serbestleştirilmesi, piyasaya açılması olduğunu unutmamak, rüzgârın, suyun, güneşin yer altı kaynaklarının halklara ait olduğunu halk adına davrandığını söyleyen taşeron hükümetlerin bu kaynakları özel sermayeye devretmesinin önüne geçmek olduğunu hatırlamak, hatırlatmak gerekir.