Geçenlerde katıldığım bir toplantıda bir konuşmacı "kuşak" farklılığını teknolojinin yarattığı yeni koşullar içinde tanımlarken...

Geçenlerde katıldığım bir toplantıda bir konuşmacı "kuşak" farklılığını teknolojinin yarattığı yeni koşullar içinde tanımlarken "doğuştan sayısallarla" "doğuştan analoglar" şeklinde bir ayrım üzerinde durdu. Doğuştan sayısallar yani dijital dünyanın getirdiği iletişim, eğlence, bilgi paylaşımı gibi olanaklardan faydalanmasını bilen; müziği plaklardan ya da CD'lerden değil bilgisayarlardan ya da Ipod gibi araçlardan dinleyen, gazeteleri internetten okuyan, kitabı bir web sayfası olarak gören kısacası bütün bilincini sanal ortamdan edinen, sosyalleşmesini facebook gibi "arkadaşlık sitelerinde" yaşayan bir kuşak.

Doğuştan analoglar ise hala bir kitaba dokunmaktan, onun kokusunu duymaktan haz alan, CD ya da plak biriktirmekten mutlu, her sabah bir tomar gazeteyi koltuğunun altında taşımaya devam eden, şimdilik sadece posta-haneden mektup yollama yerine e-mail atmayı becerebilmiş giderek yaşlanan insanlardan oluşuyor. Sosyalleşme biçimleri ise akşamları arkadaş toplantıları, yüzyüze konuşmalar, iş yemekleri ve toplantı üzerine toplantı şeklinde devam ediyor.

Birincisi mi daha "iyi" ve "insana özgü" yoksa ikincisi mi ? bunu tartışmak anlamsız. İyiliğin ya da insancıl olmanın ötesinde çıplak bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bilgisayarlar, internet, iletişimin hızlanması hayatımıza bir dolu yeni kavramı taşıyor. Google, facebook, myspace, youtube, amazon, e-bay, napster vb., isimler gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geliyorlar.

Bu giderek çoğullaşan, tek tek "sanal" bireylere dönüşen, herkesin herşey hakkında "bilgi" sahibi olduğu, "fikir" ifade edebildiği ve bu bilginin ya da fikirlerin "doğru"luğu konusunda kendisinden başka hiçbir doğruluk ölçütünü kabul etmeyen tuhaf bir durum yüzyüze olduğumuz.

"Tüketici içeriği" dediğimiz herkesin kendi müziğini yapabildiği, kendi filmini çekebildiği ya da kendi radyosunu ve TV'sini oluşturabil-diği teknolojik kolaylık bir "özgürleşme olanağı" olarak görülebilirse de, sonuçta bu platformlar için kendini var etme sayısına bağlı olarak bir "borsa değeri" oluşabiliyor. Hemen hergün gazetelerde bilmem kaç milyon insanın üye olduğu bir "site"nin bilmem kaç milyon dolara satın alındığına dair haberler yer alıyor. Özgürlükler arka planda işleyen tarihsel bir sistematik içinde kapitalizmin oyun alanı içine hapsediliyor.

Kapitalizmin insanlık için yarattığı yıkımın ayrımında olanlar ise bu konular üzerinde henüz düşünmüyorlar bile. Bu fikir ve bilgi kakofonisi içindeki "youtube" çocukları yeniden nasıl toplumsal bir mücadelenin "öznesi" olabilirler; dayanışmacı bir sol hareketin ideolojik argümanları her gün daha fazla "ultra bireyci" hale gelen bir yaşamla nasıl temas edebilir?

Bu durumun sadece tuzu kuru "orta sınıf" ya da zengin çocukları için geçerli olduğunu düşünmek son derece yanıltıcı. Büyük şehirlerin varoşlarında ya da taşra kentlerinde pıtrak gibi çoğalan internet kafelerde işçi çocukları "sanal dünyanın" kapılarını aralıyorlar. Face-book'ta sayfa açıyor, iddia oynuyor, e-mu-le'dan şarkı paylaşıyor, taraftar sitelerinde karşı takımın taraftarlarına laf yetiştiriyor. Onlar da giderek sanal dünyanın "bireyci" rüzgârının etkisinde kalıyorlar.

Sol örgütler ya da partiler ise ayda bir yayınlanan "teorik dergilerle", bitmek bilmeyen parti toplantıları, ya da yüz kez söyleneni bir kez daha söylemek için binbir zahmetle yapılan "panellerle" falan bu "bilinç" ele geçirme kavgasına dâhil olmaya çalışıyorlar. Bu müthiş değişimin içinde "doğuştan sayısalların" hesaba katılmadığı bir gelecek olmadığı solun mutlaka görmesi ve kavraması gereken bir durum.