Annemin yıllardır ufak bir kitapçı açma hayali var. Küçük dükkânların birer birer kapandığı, her şeyin artık zincir mağazalardan satın alındığı bir dönemde nereden baksanız çılgınca bir fikir bu. Ancak şimdi size tanıtacağım 18 metrekarelik dükkân, ModeRn Zamanlar, bir kitapçıdan fazlası: Yeni bir örgütlenme ve dayanışma modeli

Başka türlü bir  şehir mümkün

Belit Özükan

Ankara’ya taşınmalarına baştan çok karşı çıkmıştım ailemin. Büyük şehirler, hassas insanlar için adeta toplama kamplarına dönüştü bana göre. Hele ki tüketim alışkanlıkları hepimizi ruhsuz robotlara dönüştürdü. Alışveriş merkezlerinde mutsuz insan yığınları, bütün hafta çalışıp kazandıkları paralarıyla havasız, renksiz, ruhsuz vitrin ve gürültü çöplüklerine akın ederek; alın terlerini büyük firmalar para kazansın diye harcama yarışına giriyor. Bunda da ilginç bir tatmin buluyor. Toplu taşıma, trafik… Birbirinin varlığını dahi fark etmeyen bir insan türü yaşıyor büyük şehirlerde. İnsanlar ancak birbirine had bildirmek, “O sıra benim”, “Hayır önce ben sipariş verdim” vesaire diyebilmek; yani sadece sistemin kendisine ettiğinin acısını birbirlerinden çıkarabilmek için iletişim kuruyor. Çok yorucu. Çok üzücü. İki yıl önce, ben dümenimi Bodrum’a çevirdim. İstanbul’dan taşındım ve hayatımı orada kurguladım. Sinema, dizi, tiyatro yapacağım zaman gidiyorum şehirlere. Dayanamıyorum artık şehirde yaşama fikrine.

Kuzenim Deniz, Ankara Üniversitesi’ni kazanınca, bizim dakika başı taşınmaya teşne İdem ve Jale (annem ve anneannem) düştüler peşine. Daha önceden İstanbul’u terk edip yerleştikleri güzelim Fethiye’den taşındılar Ankara’ya. Doğduğum ama hiç yaşamadığım, bilmediğim bu şehre. Ben de ziyaret ediyorum başlarda arada. “Okul bitsin, dönerler Akdeniz’e nasılsa” diyerek.
Aşağı Ayrancı’ya taşınmışlar. Umduğumdan yeşil bir semt. Bir 10 kilometre karenin dışına çıkmıyorum zaten geldiğimde. Yürüyerek ulaşamadığım yerlere gitmiyorum. Güvenlik Caddesi’nde annemin köpeği Katya’yı alıp uzun yürüyüşlere çıkıyorum. İnsanlar yolda birbirine gülümsüyor, selamlaşıyor, birbirlerinin köpeklerini seviyor, apartman kapısında elinizde torbalarla belirdiğinizde içeride biri varsa koşarak kapı açıyor kadın ya da erkek. Yardım teklif ediyor. “Günaydın, İyi akşamlar, Buyurmaz mısınız?” diyen esnaf, özür dilemeyi, bir şey istemeyi bilen çocuklar… Belki de daha bitmedi şehirler dedirtiyor bana bu semt.

Annemin yıllardır ufak bir kitapçı açma hayali var. Küçük dükkânların birer birer kapandığı, her şeyin artık zincir mağazalardan satın alındığı bir dönemde nereden baksanız çılgınca bir fikir bu. Ancak şimdi size tanıtacağım 18 metrekarelik dükkân, ModeRn Zamanlar, bir kitapçıdan fazlası: Yeni bir örgütlenme ve dayanışma modeli.

Hikâyesi de şöyle: Bir gün annem İdem Erman, Redaksiyon Dergi’ye uğruyor. Önder İşleyen’le sohbet ederlerken, annem hayalindeki küçük kitapçıdan bahsediyor. Kolay iş değil. Dükkân tut, kirasını öde, içini döşe, kitap ve malzeme satın al… Kendi başına böyle bir gücü yok. “1” kişinin yok yani. Ancak yaklaşık onlarca insan omuz omuza verince, imkânsız diye bir şey olmadığını göreceksiniz şimdi.

Önder diyor ki, “Abla sen bul dükkânı. Hep birlikte hallederiz.” Ayrancı’da eve hayli yakın, sokak içinde bir yufkacı ile bir mahalle berberinin arasında, bir elektrikçinin içinden çıktığı ufak bir dükkân bulunuyor. Harap halde tabii. Açıkçası, kirasının oldukça cüzi oluşu onları cesaretlendiriyor. Aylardan ekim, yıl 2016. Cepte para olmadığından pek bir acele yok. Dükkânın ciddi bir tadilata ihtiyacı var. Ülkü Karaalioğlu, “Ben birini tanıyorum,” diyor, “Seve seve halleder bu işi.” İnşaat ve tadilat işleriyle uğraşan Emirali Yıldız bir giriyor dükkâna, çıkışıyla yepyeni bir yere dönüştürüyor o harabeyi. Geliyoruz kasım ortalarına. Direkt nakit paralarla çalışılmadığı için, kim ne zaman müsaitse o zaman sunuyor katkısını dükkâna. Kitapların konacağı kütüphanenin tahtalarını Birkan Sarıfakıoğlu alıyor. Kütüphaneyi inşa eden Marangoz Mehmet Usta’nın yevmiyesini Özgür Topçu karşılıyor. Dükkânda çalışan işçiler, işin dayanışmayla yürüdüğünün farkında. Bu yüzden onlar da ayrı bir heves ve emekle çalışıyorlar. Bu arada ocak ayının sonlarına çoktan gelinmiş, referandumun startı verilmiş. Diğer yandan ben de kısmen Ankaralı oluvermişim. Hafta sonları özel bir okulda oyunculuk dersleri vermek için gelip gidiyorum şehre. Arada dükkâna uğruyorum. Dükkânda işçilerle gülümseyerek “Oo #HAYIRlıgünler, #HAYIRlı işler, #HAYIRlı olacak inşallah” deyip duruyoruz birbirimize. Çay, kahve yudumluyoruz bir yandan. Aslında ben biraz uzaktan izliyorum olanları. Ne yalan söyleyeyim, pek de onaylamıyorum projeyi. Korkuyorum annem için. Kendisi sıkı bir entelektüel, yürekli bir politikacı ve başarılı bir çevirmendir ancak bir ticaret dehası olduğunu söyleyemeyiz! Zira ben bu yazıyı yazarken yapılacak olan açılışın telaşındayız ve hâlen dükkânın tabelası yok! Sinan Demirkaya tabelayı çoktan hazırlamış ancak takacak adamı ayarlayamamış bizimkisi…

Bu arada paralelde yürüyen başka bir hummalı çalışma daha var. Dükkânda kitabın yanında, anneannemle ‘küçük güzel şeyler’ adını verdikleri el işlerini satmayı planlıyorlar. Anneannem Jale Erman başlıyor, yok efendim mutfak önlükleri, keseler, gözlük kapları, kitap ayraçları tasarlayıp işlemeye. Rüyasında tasarım görüp, sabah kalkıp onları yapıyor. Biz, Meksika şapkası şeklindeki peçeteliklerle uyanıyoruz evde. Ben eve gelip gittikçe salondaki kumaş yığınları, iplik artıkları çoğalıyor. Annemle dalga geçmeye başlıyorum: “Utanmıyor musun 89 yaşındaki kadını sigortasız çalıştırmaya? Resmen emek sömürüsü” falan diye. Gülüşüyoruz. Her şey o kadar yavaş ilerliyor ki, “Belki de açılmayacak” diyorum içimden. Aylardan olmuş şubat. Annem de başlıyor kitap kapakları tasarlamaya. Evde “Şu renk mi, bu kumaş mı olsun”dan başka bir şey konuşulmuyor. “Aaa bu çok güzel olmuş, alabilir miyim?” dediğimde, adeta kurabiye kavanozuna uzanan ele fiske atar gibi, “Yok, yok onlar dükkânın, biz yaparız sana ayrıca” deniyor (Daha bir çöp alabilmiş değilim ürünlerin içinden); Jale’ciğimi görseniz. Evde sürekli “Çalışmam lazım, mal yetiştirmem lazım” deyip duruyor.

Aylardan oluyor mart. Boyut Yayıncılık’tan Bülent Özükan (evet babam oluyor), 22 koli çocuk kitaplarıyla donatıyor rafları. Ardından Kalkedon Yayınları hediye kitap yolluyor. İleşim Yayınları “Satınca ödersiniz” diyerek yüklü bir katkıda bulunuyor. Kitap yağıyor dükkâna. Bu arada annem evden yürüttüğü objeler, resimler ve mahallenin eskicisinden “Param olunca taksitle öderim” diyerek aldığı eşyalarla dekore etmeye başlıyor dükkânı. Twitter’dan bir takipçisi, elinde bir tabloyla çıkageliyor bir gün. “Dükkânın ilk hediyesi benden olsun” diyor. Muhasebe işlerini gönüllü üstlenen Fevziye Arzıtaş bir bakıyorsunuz elinde kahve fincanları, bir bakıyorsunuz tuvaletin aynası, bir bakıyorsanız lavabo-aç’la (!) geliyor dükkâna. Ahmet Patatoğlu, “Çorbada benim de tuzum olsun abla” diyerek kahve makinası getiriyor. Latife Türkyılmaz bir çay makinesiyle beliriyor kapıda. Mehmet Soğancı, “Dışarının masa sandalyeleri benden” diyor. Dilan Kutlu, gelip içerideki büyük masa ve taburelerin montajını yapıyor. Kuzenim Deniz Kuzu gelen kitapları yerleştiriyor.

Geliyoruz nisan ayına. Eh, artık hazır gibiyiz. Mahallenin muhtarı Süleyman abi, kapının önüne konacak çiçekleri alıp geliyor. Sımsıcak, şipşirin, ev gibi bir mekân oluyor o harabe elektrikçi dükkânı. Ve nihayet ay sonuna doğru, sosyal medyada ModeRn Zamanlar’ın açılışını duyurabilecek noktaya geliyoruz. Dükkanın tutulmasından 7 ay sonra... İnanmakta zorlanıyorum olayların nasıl geliştiğine. Davetiyeyi paylaştığımız andan itibaren, “Benim nasıl katkım olabilir?” mesajları geliyor sürekli. Dükkân için kitap almak isteyenler, konser vermek isteyenler... “İçeride yatıp uyuyabilir miyim?” diye soran bile oldu. Bu yazıyı yazdığım sırada sosyal medyadaki paylaşımlarımızı gören Yordam Kitap, hediye ve indirimli kitap yollayarak dayanışmaya katılmak istediğine dair bir mektup yazıyor anneme. Evde bir bayram havası… ve belli ki bu daha başlangıç!

Kısaca çalışma modelinden de bahsetmeliyim bu yapının. Onlarca insanın dayanışmasıyla ete kemiğe bürünen bu dükkân, olur da kâra geçebilirse, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı maaşı olan miktarı dükkânın işletmecisi alacak. Kalan gelir, gençlik ve kadın dayanışmaları ile Tersine Dünya Okulu gibi eğitim çalışmaları arasında pay edilecek. Bütçe şeffaf olacak. Bu bahsettiğimiz bir şirket ya da marka değil, bir model. Şimdiden, “Kıskandık, neden bizim mahallemizde değil ki?” diyenlere bir öneri: Neden çoğalmayalım ve bu tür modellerle mahallelerimizde kendi “ModeRn Zamanlar”ımızı kurup yaşatmayalım? Mümkündür bu.

Peki, gelelim ben ne yaptım? Birkaç fikir vermek dışında hiçbir şey. Benim ve isteyen herkesin katkısı bundan sonra başlayacak. Çünkü böyle bir dükkân sadece ticari bir amaçla açılmıyor. Mümkün olan sıklıklarla Redaksiyon Dergi’nin de desteğiyle burada çocuk ve kadınlar için buluşmalar, paneller düzenlemeyi istiyoruz. Resim bilen gelip resim anlatsın, bir günlüğüne fotoğraf workshop yapılsın, sinema konuşulsun, kitap, senaryo okumaları yapılsın. Her türlü desteğinize açığız yani. Ortadaki o büyük masa ve tabureler de işte bu yüzden var. Etrafında birleşebilelim diye. Paylaşabilelim; bilgimizi, zevklerimizi çoğaltabilelim diye. Mahallenin ve kim bilir memleketin sorunlarına dair fikir üretebilelim, dayanışma içinde olalım diye… Çayımız, kahvemiz, ev yapımı kurabiyelerimiz var. Gelip okumak isterseniz askıda kitaplarımız olacak. Sanırım fırsat buldukça garsonluk da yapacağım ancak, en çok mahallenin çocuklarına masallar okuyacağım günlerin hayalini kurmaktayım ben. Şimdi diyorum ki: Evet, belki de şehirler ve şehir yaşantısı çok bozuldu. Belki bazen nefes alamadığımızı, çok yalnız ve hatta çaresiz olduğumu hissediyoruz. Ama yine belki de böyle küçük mahalle kitapçılarıyla dostluğu, mahalle kültürünü yeniden yaşatabilir ve hayatı, tüketimi daha anlamlı kılabiliriz. Bunu hepimiz yapabiliriz. Yüzümüzde bir tebessümle, müdavimlerini ve çalışanlarını tanıdığımız sıcak uğraklar ediniriz kendimize. Başka türlü bir şehir, tersine bir akış yaratabilir; küçücük mekânlara kocaman dünyalar sığdırabiliriz. Sevgiyle ve dayanışmayla kalın. Ankara Ayrancı’ya yolunuz düşerse