Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde saygı duyduğum bir yerel siyasetçi, 2014’te belediye başkanı adayı olarak gösterildi. Durumun parlak olmadığı yerlerde adaylar büyük ölçüde kendi olanaklarıyla kampanyalarını yürütür. Adayımızın çağrısı üzerine konuya hakim bir kaç arkadaşımla birlikte kolları sıvadık; profesyonel çalışan çevremden de amatör ruhlu yardımlar istedim. Tasarımcı bir arkadaşım projeleri ete kemiğe büründürdü. Bir başkası, tanıtım klibinin çekimini üstlendi. Bir sosyal medya uzmanı da iletişim stratejisine el attı. Kullanılacak slogan(lar) konusunda ise etkili bir isimden destek istedik.

Slogan dışında her şey hazırdı. Propaganda uzmanı tanıdığımız, son dakika talebimizi olumlu karşılamasına karşın, yürüttüğü kampanyaların yoğunluğu nedeniyle beklediğimiz sloganı bize zamanında veremedi. Böylece “vurucu sloganı” bulma görevi de bize düştü. “Amatörüz ama ruhumuz var” diyerek işe koyulduk. O ruhla okuduğumuz güncel ve bilimsel propaganda kitaplarında şöyle yazıyordu; “insanlara ilaç olma devri geride kaldı. İnsanlar liderliğe inansa bile, kendilerini süreçlerin içinde görmek istiyor. Yukarıdan verilmesindense, birlikte yapmayı önemsiyorlar.”

Bizim gözlemlerimiz de aynı yönde olduğu için ikna olduk; sloganı o yönde aramaya başladık. Günün sonunda, “Bizim Ercan Diyebileceğiniz Bir Belediye Başkanı” sloganı öne çıktı, basılmak üzere afişler hazırlandı. İşte tam o sırada, profesyonel arkadaşımız arayıp, “geliyorum, adayla görüşelim” dedi. Baskıyı durdurup, toplantıya gittik. Kısa bir toplantı oldu. Çıktığımızda elimizde ‘Ercan Başkan Size İyi Gelecek” gibi bir slogan vardı. Pek ikna olmasam da, amatördük ve karşımızda son derece profesyonel ve tecrübeli bir uzman vardı, uzatmanın gereği yoktu! “Arkadaşlar sloganı değiştiriyoruz” dedim, itiraz gelmedi, sorun çözülmüş oldu. Afiş ve brandalar baskıya gitti, adayımız geniş bir kadroyla sahaya çıktı, biz de işimize döndük.

Birkaç hafta geçmiş olmalı, “Ercan Başkan”’ telefon etti. Sıkıntılı biçimde ifade ettiği mesele şuydu; o sırada 300 branda ve çok sayıda afiş hazırlanmış, ama emeğimize saygı gereği sınırlı sayıda branda ve afiş de, bizim slogan kullanılarak basılmıştı. Şöyle devam etti Adayımız: “gittiğimiz yerlerde çocuklar arkamızdan ‘Bizim Ercan’ diye bağırıyor; ‘iyi gelecek, merhem olacak’ sloganı pek ilgi çekmedi, o yüzden ikinci turda sizin sloganı kullanacağız, geldiğinizde şaşırmayın”!

Eh, biraz şaşırdık, biraz şaşırmadık. Profesyonelce bu işleri yapanlar, belli yatkınlıklarla ve kısmen mesleki deformasyon nedeniyle, sloganların dolayısıyla kendilerinin seçim kazandırdığına inanıyorlar. “İyi gelecek”, “deva olacak” sloganları bu ruh halinden fışkırıyor. “Onlar başkanlara”, “başkanlar kentlerine” iyi geliyor. Kurtarıcılık, siyasetçinin de hoşuna gidiyor. Her iki kesimin de sosyolojik araştırmaları okuyacak ne zamanları ne de ruh halleri var. Seçim anketleri yetiyor. O yüzden de, sosyal bilimlerin toplumdan siyasete taşıyabileceği şeyler bir kenarda test edilmeden kalıyor.

Ama asıl derdim başka; son zamanlarda borç içinde teslim edilmiş, eli kolu bağlanmış belediyelere bakarken, geçtiğimiz uzun dönemde muhalefet, gerçekten “doğru stratejileri” işe koştu mu, acaba bu yapılsa 31 Mart başarısı çok daha önce, belediyelerin büyük çaresizliği noktasına varılmadan elde edilebilir miydi soruları kafamı kurcalıyor.

Test etmek çok kolay değil! Gündeme getirdiğim örnek tam da bu nedenle aklıma geldi. Biraz şans eseri, geçmişte uygulanan seçim stratejilerinin propaganda bölümünü bir ilçede test etme imkanımız oldu ve o günkü seçime ülke düzeyinde yön veren slogan(lar) o testte fena halde çakıldı. Hem de amatör bir yaklaşım karşısında!

Bu küçük örnekten yola çıkarak soruyorum; “başka türlü olabilir miydi”?