Nedir AKP’nin yaratmak istediği rejim ve onun mekânsal düzeni? AKP’nin iktidara geldiği 2001 sonrası dönemde bu alanda birbiri üzerine binen iki büyük dalgadan söz edebiliriz.

2001’de başlatılan birinci dalga AKP öncesi düzen ve temsilcilerini tasfiye etmeye yönelikti. İkinci bir dalga 2009 yılında çözüm süreciyle başladı; bu yeni dalga bir yandan AKP’nin kendi iktidar bloğu içinde bir hesaplaşmayı içerirken, bir yandan da yeni bir düzenin inşasını hedefliyor.
AKP, 2001 yılında iktidara geldiğinde, iktidarın görünen yüzüne tutunduğunu düşündü; merkezin sınırlı bir bölümünü kapladığına, merkezde geriye kalan geniş alanın eski rejimin farklı kurumları ve aktörleri tarafından hala kontrol edildiğine, bu örgütlü yapıları tasfiye edemezse tutunduğu yerde uzun süre kalamayacağına inandı.

AKP iktidarının erken yıllarında gündeme getirilen “Kamu Yönetimi Reformu” paketi merkezdeki yoğunlaşmayı seyrelten bir yerelleşme stratejisine dayanıyordu. Yerelleşme stratejisi başta tasfiyesi öngörülenler olmak üzere, geniş bir kesimin direnciyle karşılaştığında, bütüncül bir yeniden yapılanma bir yana bırakılarak, torba yasalar aracılığıyla parça parça değişikliklere gidilmesi yoluna gidildi.

Merkezdeki güçlere yönelik asıl müdahale iktidar bloğunun cemaat kanadından geldi. Balyoz ve Ergenekon Davalarının sembol haline geldiği bu süreçte cemaat Ordu, Yargı, Emniyet gibi kilit kurumlarda tehdit olarak algıladığı kesimleri tasfiye yoluna gitti. Diğer bir anlatımla, merkezde girdiği güç savaşında, AKP’nin merkezi seyrelten yerelleşme stratejisi öyle ya da böyle başarısızlıkla sonuçlanıp bir yana bırakılırken, Cemaat’in merkezi yeniden şekillendiren müdahaleleri oldukça başarılı oldu. AKP bu merkezi bir yana bırakıp, Cemaat’in şekillendirdiği yeni merkezi esas almak durumunda kaldı.
Cemaatin şekillendirdiği bu dalganın en yüksek noktalarına ulaşmaya başladığı 2009 yılı, ikinci dalganın bu kez AKP tarafından başlatılmasına şahitlik etti. Kürt Hareketi ile gizli biçimde başlatılan görüşmelerin en başından itibaren bir başkanlık sistemi kurgusuna sahip olup, olmadığını bilmiyoruz. Bununla birlikte son günlerde gündeme getirilen 2013 yılına ait konuşmada, Erdoğan’ın federal bir sistemde Kürtlerin desteğini alarak Başkan arayışının bulunduğu söylenebilir.

Söz konusu ikinci dalga sistemi AKP ve Erdoğan etrafında kurgulamaya niyetlendiği ölçüde, AKP’nin Cemaat’le olan ilişkilerinin geri döndürülmez biçimde bozulduğunu biliyoruz. AKP önce kendisinin saydığı merkezin pek öyle kendisinin olmadığını gördü; 17 Aralık sonrası merkezi kimin tutacağına yönelik Cemaat’le büyük kapışmaya girip, büyük bir tasfiye gerçekleştirdi.

Ardından, Kürt açılımının AKP’ye olan toplumsal desteği aşındırdığı 7 Haziran seçimlerinde açık hale gelince, seçim öncesi Erdoğan tarafından başlatılan U dönüşü daha koyu hale getirildi. 1 Kasım seçimlerinde elde edilen başarı bugün geldiğimiz noktada, Erdoğan’ı artık başkanlık için Kürtlere özerklik ve benzeri tavizler vermek zorunda olmadığına inandırmış bulunuyor. Tam tersine, başkanlığa giden yol Kürtlere vurmaktan geçiyor.
2011’den bugüne kadar geçen sürede yaşanan bu iki dalganın Türkiye’nin siyasal rejimi ve onun mekânsal organizasyonu açısından bir değerlendirmesi yapılacak olursa, bazı temel özelliklerin öne çıktığı söylenebilir.

Birincisi, merkezileşme-yerelleşme dinamikleri çerçevesinde kurgulanan birinci dalgada, yerelleşme, merkez ele geçirildiği ölçüde, altı boşalmış ve gerekçesini yitirmiş bir söz olarak kaldı.

İkinci dalgada, merkezin merkezine Başkanlığı koymanın bir aracı olarak görülen Kürtler ve Federalleşme stratejisi, merkezi yitirme riski karşısında, hızla ana düşman ve hedef haline getirildi. Diğer bir anlatımla merkez kendinden emin hale geldiği anda, tıpkı yerelleşme stratejisini bir kenara ittiği gibi, federalleşmeyi de gözden çıkardı.

Bu sürecin üçüncü bir özelliği AKP ve Erdoğan’ın merkezi tutma yolunda girdiği mücadelede ihtiyaç duyduğu müttefikleri ya da müttefik namzetlerini bu ihtiyaç ortadan kalktığında, ya da bir tehdit haline geldiklerinde, hızla gözden çıkarma yoluna gitmesi; önce cemaat, ardından (sol)liberaller, şimdi Kürt siyasal hareketi.

Bu süreç AKP açısından bir başarı mı? Bu sorunun yanıtı nereden baktığınıza göre değişir. AKP belli bir hedefe doğru ilerliyor; bu doğru. Rejimi özgün bir başkanlık sistemine de götürebilir; bu da oldukça olası. Lakin sonunda kurulması öngörülen sistem kocaman bir merkez ve o merkezin başında bir devlet başkanından oluşuyor. Gerisi yok. Seçilmiş belediye başkanları birer birer görevlerinden uzaklaştırılırken, başkanın valileri resmin içine yavaş yavaş girmeye başlıyor.

Bu nasıl bir sistem, örneği var mı soruları karşısında, akla tek örnek geliyor; Nazi Almanyası. Bu öyle bir gerçeklik ki Sarayın kendisi de arkasında duramıyor. İki büyük değişim dalgasının sonunda geldiğimiz yer bu! Kocaman bir merkez; tepesinde bir başkan, gerisi yok!