Kötülüğün kol gezdiği bir dünyadayız. Görmek için memlekete bakmak yeter!

Birkaç gündür Pınar Gültekin’i konuşuyoruz. Daha önce başka kadınları konuştuğumuz gibi… Özgecan’ı konuştuğumuz gibi…

Demeye de dilim varmıyor ama… Ve daha önce konuşup konuşup unuttuğumuz, unutup öldürmeye devam ettiğimiz kadınlar gibi… (mi?)

Kötülüğe bakın ki, sevdiğini iddia ettiği bir kadını, bir bağ evine çağırıyor. Vuruyor, dövüyor, bağırıyor… Boğuyor… Yetmiyor, bir varile tıkıp yakıyor… O da yetmiyor, varil içinde betona gömüyor…

Kadınlar sokaklarda günlerdir… Kadınlar sokaklarda!

Ve İzmir’de, Pınar’ın vahşice öldürülmesini protesto için sokağa çıkıp yürüyen kadınları yerlerde sürüyüp darp ederek gözaltına alan polisler var!

Kötülük sokaklarda… Konuşturmuyor, yürütmüyor, yaşatmıyor!

Bir “öteki” bulup, olmadı icat edip saldırıyor kötülük.

Bursa’da Hamza Ajan’ı hedef alıyor, misal. Pazarcılık yaparak, emeğiyle, çalmadan çırpmadan, namuslu bir hayat yaşayarak tutunmaya çalışan Suriyeli mülteci, sığınmacı, göçmen ve hatta “misafir” Hamza’yı…

Onu tanımlamak için adının önüne hangi sıfatı koyarsanız koyun, değişmeyecek bir şey var: Gözü dönmüş bir grup alçağın döve döve öldürdüğü o 17 yaşındaki Suriyeli çocuk, insan! Ahlaklı, iyi insan!

Taciz edilen bir Suriyeli kadını savunmak için öne çıkabildiği için, dünyaya taciz edilen bir kadının gözüyle bakabildiği için iyi insan!

Salı günü, “sol her şeyden önce ahlâk demektir” diye yazmış ve bizim ahlakımızın eylemci olması gerektiğini, eylemlerimizin başkalarına verdiği yarar ve zarara göre değerlendirilmesi gerektiğini söylemiştim ya… Yararlı, hiç değilse başkalarına zarar vermeyen bir eylem için hayata başkalarının, ötekinin gözüyle bakabilmek gerek.

İnsan, iyi insan olmanın, ahlaklı biri olmanın en temel önkoşulu bu: Hayata başkasının gözleriyle bakabilmek!

Asla kimseyi ötekileştirmemek ama “öteki”nin gözlerini alıp onlarla bakabilmek dünyaya…

Şişli’de bir market çalışanıyken, dükkânın önünden geçen trans kadına küfredip, bir karanlık köşede karnını deşmekle tehdit etmemek için, bu kadar kötüleşmemek için, dünyaya bir transın gözleriyle bakabilmek gerek.

Osmaniye’de adını Keyf-i Künefe koyduğunuz mekânın girişine “LGBT’YE KAPALIYIZ” gibi çirkin bir ayrımcılık yazısı asmamak ya da İstanbul Büyükada’da bir plajda LGBTİ+ bireylere servis yapmamak gibi bir kötülüğün parçası olmamak için, hayata LGBTİ+ bireylerin gözüyle bakabilmek gerek.

Yeri geldiğinde bir Kürdün, bir Ermeni’nin, bir Alevi’nin, bir dindarın ya da dinsizin gözleriyle bakabilmek… İşe giderken işsizin, karnınız tokken bir açın gözleriyle bakabilmek… İlla ki Pınar’ın, Özgecan’ın gözleriyle bakabilmek…

Hani, “çok olan tarafta olmayacağız” diyor ya Nevzat Çelik; “türkiye’de kürt olacağız / kürtlerde ermeni / ermenilerde süryani / gidip almanya’da türk olacağız / hollanda’da surinamlı / fransa’da cezayirli / iran’da azeri / Amerika’da zifiri zenci olacağız / çoğalan zenci de mutlaka kızılderili / İsrail’de filistinli / köpeğin karşısında kedi / kedinin karşısında kuş olacağız / …”

İşte öyle!

Kadın olacağız, göçmen ya da sığınmacı olacağız, LGBTİ+ olacağız… Az olan, ötekileştirilen tarafta olacak ve onların gözleriyle bakmayı becereceğiz. Bizi iyi yapacak olan, ahlaklı, insan, hele de sol yapacak olan her şeyden önce budur işte!

Dünya daha iyi, daha barışçıl, daha huzur içinde, daha adil bir yer olacaksa, gelecek nesilleri “dindar ve kindar” yetiştirdiğimizde değil; evde, okulda ve camide; sanatımız, edebiyatımız ve medyamızla hayata başkalarının gözüyle bakmayı anlatıp öğretebildiğimizde olacak…